Serbestiyet

Oksidentalizm: Panzehir değil, zehir!

Doğu bütün iyiliklerin menbaı değil, Batı bütün kötülüklerin kaynağı değil. (…) Mücadele esasen dünyanın her tarafındaki iyiler ile kötüler arasında, hakperestler ile menfaatperestler arasında, adiller ve zalimler arasında, vicdanlılar ve vicdansızlar arasında, merhametliler ve merhametsizler arasında olduğu halde, dünyayı Batı-Doğu keskinliği içinde ayırmak doğru değil, adil de değil.


DOĞUP BÜYÜDÜĞÜM şehir Tire’de, eser vermiş bir âlim de olduğunu çok sonradan öğrendiğim sadrazam Lütfi Paşa’nın (ö. 1563) yaptırdığı caminin avlusunda kıldığımız teravihler, ilk gençlik yıllarımın unutulmazları arasındadır. Caminin imamı kendine has sesiyle her sene Ramazan’ın her günü teravihi Rahmân sûresiyle kıldırırdı ve ben her Ramazan fırsat buldukça o camide olmaya çalışırdım. Zeytin ağaçlarının sıralandığı avluda iftardan sonra ıslatılarak gündüzden kalma sıcağı giderilmiş taşların üstüne serilmiş hasırların -ama şimdiki gibi naylon değil, hasırcılığıyla mâruf Boynuyoğun köyümüzde halis sazdan imal edilmiş ‘nefes alabilen’ hasırların- üstünde kıldığımız o teravihlerde hâfızamda yer tutmuş Rahmân sûresi âyetlerinden biri, “O iki doğunun Rabbi ve iki batının Rabbidir. O halde Rabbinizin nimetlerini nasıl yalanlarsınız?” mealindeki âyetti.

Geriye dönüp baktığımda, henüz on dört-on beş yaşında bir genç iken kulağımdan girip hâfızama yerleşen bu âyetin, hayatımı ciddi ölçüde biçimlendirdiğini görüyorum. Doğunun da, batının da Rabbi O olduğuna göre, doğu ve batıya birbirinden ayırarak değil, ikisini de kuşatan bir gözle bakmalı diye bir ders çıkarmıştım âyetten.

Bu âyetten aldığım dersin, doğu-batı dikotomisine kodlanmış bir zihniyet dünyasından epeyce genç bir yaşta beni çekip çıkarmış olduğunu şimdi fark ediyorum. Âlemşümûl olmayı, bugünün diliyle konuşursak ‘evrensel’ bakmayı; yeryüzündeki bütün insanları, hangi coğrafyada olursa olsun, aynı Allah’ın kulları olarak aynı öze sahip kişiler olarak görmeyi; Doğu hayranlığı veya düşmanlığı, Batı hayranlığı veya düşmanlığı gibi ifrat ve tefritlerin uzağında durmayı ilham eden âyetler idi bunlar. ‘Âyetler idi’ diyorum, çünkü Rahmân sûresinin bu âyetinin ardından, Kur’ân’ı okurken aynı dersin başka âyetlerde de verildiğini öğrenmiştim. Meselâ en uzun sûre olarak Bakara’yı okurken, “Doğu da, batı da Allah’ındır” âyetinin bilhassa dikkatimi çektiğini hatırlıyorum. Meâric, Müzzemmil, Şuarâ; bu sûrelerde de aynı mânâ farklı ifadelerle çıkıyordu karşımıza…

Az zaman sonra üniversite tahsili için İstanbul’u mesken tuttuğumda lise yıllarında yazı gönderdiğim bir yayın kuruluşunda yarı-zamanlı çalışmaya da başlamıştım ve kuruluşun farklı birimlerindeki on bin civarındaki kitap tek bir kütüphanede bir araya toplanırken, bana bu kitapların hepsini Dewey’in onlu sistemine göre tasnif edip fişlemek ve yerleştirmek görevi verilmişti. Elimden binlerce kitabın geçtiği bu görev esnasında bir kitabın sayfaları arasında Batı-Doğu Divanı üzerine bir makale sayesinde Goethe’yi keşfettim ve çok sevdim. Ruhumu ruhuna yakın hissettim; çünkü beni coğrafya mahkûmu olmaktan kurtarıp ‘bütüncül’ ve ‘evrensel’ bakmaya davet eden doğu-batı âyetlerinin ona da benzer düşünceleri ilham ettiğini öğrenmiş oldum. Çok daha geniş ve derin şekilde elbette… “Doğu da Allah’ındır, Batı da Allah’ın / Kuzey ve güney illeri huzur içinde O’nun ellerinde” gibi dizeleri vardı Goethe’nin. Türkçesini kısmen ezberime aldığım dizelerde ise şunu söylüyordu:

Wer sich selbst und Andere kennt,

Wird auch hier erkennen:

Orient und Okzident

Sind nicht mehr zu trennen

Sinnig zwischen beiden Welten

Sich zu wiegen, lass ich gelten;

Also zwischen Ost und Westen

Sich bewegen, sei’s zum Besten!

(Kişi biliyorsa kendini ve tanıyorsa başkalarını

Şunu da çok iyi bilir ki;

Ayrılmaz olmuştur artık birbirinden

Doğu ve Batı.

Her iki dünya arasında

Hünerli salınmayı münasip bulurum;

Yani Doğu ile Batı arasında

Hareket etmek en iyisi olmalı!)

Bir ‘Doğulu’ genci bir ‘Batılı’ bilgeyle hemfikir kılan...


Bu yazının tamamını,
serbestiyet.com’da okuyabilirsiniz.

  07.09.2020

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut