Serbestiyet

Vatanseverlik görünümlü narsizmler

Öğrendim ki, çoğu durumda vatanseverlik, iddia edilenin tam zıddı bir konumda olmayı; yükselen koroya ve hatta linç dalgasına rağmen bu konumda sebat etmeyi gerektirebilir. Tarih, vatanseverliği tekeline alanların, farklı her fikri ve her duruşu ‘vatana ihanet’le damgalayanların vatanları, toplumları ve insanlık için sebep olduğu felâket hatıraları ile yüklü.


MÜZAKERENİN ALANINI daralttığı ve konuyu kişilere indirgediği için isimler üzerinden yazmayı tercih etmiyorum, tercihim o yönde olsa o siyasetçinin ismini açıkça yazardım. Ama anlattığım olaylar zincirinin ismini zaten ifşa edeceği o siyasetçi üzerinden öğrendiğim hayat dersini unutmadım, dilerim hiç unutmam. Yolu yolumla kesişmeyen bir siyasetçi idi oysa. Özellikle 28 Şubat günlerindeki tutumunu, hele ki çocukları ‘devlet malı’ olarak tanımlar nitelikteki feci beyanatını ne unuttum, ne de affedebildim. Kendisine karşı hep mesafe hissettiğim o siyasetçi için, 28 Şubat günlerinde, beş yıl sonra kritik bir dönemeçte bu ülke ve bu toplum için hayırsız bir işe mani olmak suretiyle memlekete hayrı dokunacak denilse, herhalde ihtimal vermezdim. Ama Amerikan askerlerinin Türkiye toprakları üzerinde yerleşerek Irak’a harekât düzenlemesini mümkün kılacak tezkere 2003 Mart’ında Meclis’ten geçmediyse bunda onun ciddi bir emeğinin ve katkısının olduğu, yadsınamaz bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

O günlerde öğrencilik yıllarından tanıdığım, bir vatandaş olarak kanaatimi soran bir taze milletvekili ile konuştuğumuzda, öncelikle Amerikan ordusunun dünyanın her yerindeki müdahalelerinde sebep olduğu sivil ölümlerinde tecessüm eden zulme atıfla böyle bir tezkere için evete aklen ve vicdanen razı olmadığımı söylediğimi hatırlıyorum. Bu tezkere geçerse, Irak’ta Amerikan ordusu eliyle gerçekleşecek bütün sivil ölümlerinde Türkiye’nin de sorumluluğu olacağını; dahası bu tezkere ile Türkiye ile komşu ülkeler ve toplumlar arasında kalıcı bir duygusal mesafenin oluşacağını; en kötüsü, bu tezkerenin el-Kaide gibi unsurlara girişecekleri terör eylemleri için bir motivasyon imkânı sunacağını; nereden bakılırsa bakılsın, ortada açık ve büyük bir risk olduğunu görebiliyordum. Gelin görün ki, kimlik itibarıyla ‘biz’den bildiğimiz muktedir isimler tezkerenin geçmesi için ısrarlı bir gayret içinde iken, temsil ettiği kimlik itibarıyla karşımda gördüğüm bir siyasetçi bir kısmını benim de görebildiğim böylesi tehdit ve riskleri dile getirip tezkerenin geçmemesi için elinden geleni yapmıştı. Tezkerenin kabul edilmediği o gün, demokrasi denilen şeyin bir ülke için ne kadar değerli olduğunu; muhalefet denilen şeyin varlığının dengeleyici ve denetleyici bir unsur olarak her hal ve şartta bir ülkenin hayrına olduğunu; tek sesliliğin belâ, çok sesliliğin ise imkân olduğunu; vatanseverliğin de kimsenin tekelinde olmadığını öğrenmiştim.

İşe bakın, hayır diyeceğini umduklarımız ‘siyasî ve ekonomik kazanımlar’a dair bir vurgu ile evetten yana ağır bir markaj uygularken, seküler kimliğiyle tezkereye daha pozitif yaklaşacağını zannettiğimiz bir isim hayırdan yana ağırlık koymuş, sonuçta evetler daha çok da olsa anayasanın belirlediği sayıya ulaşmadığı için tezkere reddolunmuştu. Pek çok açıdan aynı yerde konuşlandığımızı düşündüğüm isimleri bu konuda zıt bir konumda gören gözlerim, onların sebebiyet vereceği bir badireyi, birçok açıdan farklı ve dahası karşıt yerlerde konuşlandığımız bir siyasetçinin eliyle savuşturduğumuza şahit olmuştu. Kendi küçük dünyamda ‘kimlik siyaseti’nin mahkûmu olmaktan kurtulmaya asıl o tarihte başladım desem yalan olmaz.

Bunu her zaman başardığımı söylemem mümkün değil. Ama o gün, o manzara ve o ders benim için bir zihniyet dönüşümüne yol açacak derecede öğreticiydi. Bu olay, kişiliğine mesafeli olduğum kişilerin duruş veya sözleri karşısında ‘kimlik’leri ve ‘kişilik’leri üzerinden genel ve peşin bir yargıda bulunmak yerine, her bir tekil olay ve durumda tek tek değerlendirme yapma lüzumunu öğrenmemi; ‘kimliği’ itibarıyla çok yakınımda gördüğüm biri ile tekil bir olayda karşıt konumlarda olmaya da, kimliğine gayet mesafe...


Bu yazının tamamını,
serbestiyet.com’da okuyabilirsiniz.

  13.10.2020

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut