Serbestiyet

Babam için…

İsmine dair telmihle, sık sık, “Ben muzaffer doğdum, muzaffer öleceğim” derdi babam. Bununla, dünyalığa tamah ederek karakterini bozmayacağını ve daha yüksek imkânlara sahip görünme uğruna hak yemeye tenezzül etmeyeceğini ima ederdi. Muzaffer öldüğüne şahidim. Keşke herkes ‘zafer’i onun bulduğu yerde arasa…


AĞUSTOS AYININ ilk günlerinden biriydi. Tire’deydim. Baba ocağından içeri adım atalı yarım saat bile olmamıştı ki, telefonum çaldı. Arayan, serbestiyet.com yayın yönetmeni Alper Görmüş’tü ve sitede haftada bir yazmamı teklif ediyordu. Teklifi kabul ettim; ama bir şartla… Annem bakımına artık yetişemediği için ablamla nöbetleşe babam için annemize yardımcı olmaya başlamıştık; dolayısıyla bazı haftalar gün itibarıyla gecikmeler vuku bulabilir, hatta hiç yazamadığım haftalar vâki olabilirdi. Böylesi durumlar için müsamaha rica etmiştim.

Sitedeki haftalık yazılarım, Ağustos ayının ikinci haftasında bu şekilde başladı. O ay iki defa babamın bakımı için Tire’ye gidip gelmem gerekmişti, sonraki aylarda duruma göre yine onar veya on beşer günlük aralarla bakım için ablamla nöbetleşmeme karşılık, yılın sonuna kadar şükür ki -bazı haftalar gün itibarıyla gecikmeler yaşansa da- kesintisiz her hafta yazabildim. Hatta bazı haftalar ilaveten kısa analizler yazmam dahi mümkün oldu.

Ama öte yandan, babamın durumunda her yeni nöbet hengâmında biraz daha gerileme olduğunu görüyordum. Deyim yerindeyse, muzdarip olduğu Alzheimer illeti sebebiyle bir çocuk gibi bakıma muhtaç hale gelmiş babamız, gitgide artık bir bebek gibi bakım gerektirir hale doğru ilerliyordu. Bunun getirdiği ilave fiziksel yükten daha fazlasını ise, duygusal tarafta hissetmekteydim. Doksan yıllık hayatının çok uzun kısmında cevvaliyetiyle tanıdığınız, sadece iki sene öncesinde bile hâlâ evin bahçesinde çapa sallayan bir insanın hâfızası ve muhakemesiyle birlikte en ‘sıradan’ yeteneklerinin bile gün gün kaybolup gittiğini; meselâ, iştihası hâlâ yerinde olsa dahi bedenen giderek zayıflayıp erimesinin yanında, nasıl yatağa uzanılacağı bilgisinin dahi beyinden silindiği için bu iş için bile desteğe muhtaç hale geldiğini görmek elbette yürek burkucu bir haldi. Bir müddet sonra, bendeki yazma enerjisini çekip alan bir süreç… Durumunun giderek gerilediği son süreçte, zihnimde ve hayalimde kaç yazı yazdım, ama bilgisayar başına geçip bilfiil yazacak enerjiyi bir türlü kendimde bulamadım. Durumu o noktaya geldi ki, geçen ayın ortasında bakım nöbetinde olduğum sırada, bir gün sabah öğününde ağzını açmadı, sadece akşam yiyebildi; ertesi gün ise bir yudum suyu bile içiremedik. Sonrası, rahatsızlığı için her zaman bilgisine başvurduğum bir doktor arkadaşıma ulaşma, onun yönlendirmesiyle acilen hastaneye sevk, tahlillerin ardından beliren yoğun bakıma sevk mecburiyeti, on günlük yoğun bakımdan sonra da serviste tedavi ve bakım süreci… Sürecin bu son aşamasında nöbetimi ablama devretmiş durumdaydım ve plana göre Şubat ayının dördüncü gününde tekrar görevi devralacaktım. İçimde bir huzursuzluk Şubat’ın ilk günü dolaylı şekilde doktoruna ulaşıp acilen Tire’ye dönmemi gerektiren bir durum olup olmadığını sormaya beni sevk etmişse de, aldığım cevap yaşlılar sözkonusu olduğunda beklenmedik durumlara her zaman açık olunması gerekmekle birlikte belirlenmiş tarihe riayette bir sorun gözükmediği şeklindeydi. Ama ertesi günün gecesi sabaha doğru akarken, beşi yirmibeş geçe annemden gelen telefon, daha arayanın o olduğunu ekranda görür görmez içeriğini anladığım haberi bana verecekti.

2 Şubat sabahı, sabah dediğime bakmayın, henüz gece karanlığında, eşimle birlikte havalimanının yolunu tutmuşken, uçuş esnasında, sonrasında İzmir’de pek görmediğim müthiş bir yağmurla havalimanından Tire’ye doğru yol alırken, içimde bir yanda elbette ayrılığın hüznü; ama öte yanda evlatları olarak elimizden geldiğince babamızın bakımıyla bilfiil ilgilenmeye karar vermemizin, bu dünyadan veda vaktinin yaklaştığına dair emarelerin kuvvetlendiği demde bir ‘aziz misafir’ olarak onu ağırlamış ve uğurl...


Bu yazının tamamını,
serbestiyet.com’da okuyabilirsiniz.

  16.02.2021

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut