Kaybetme imtihanını kazanmak: Hakk’ı bulmak

Zeyneb Hafsa

Anneler-babalar ölüyor, kardeşler-çocuklar bırakıp gidebiliyor, arkadaşlar-dostlar değişebiliyor ve yollar ayrılabiliyor, eşler sözlerinden cayabiliyor ve her şey yeniden ortadan kaybolabiliyor. Büyük üzüntülere kapılmadan, bütün bunlardan murat edilen bir şey olmalı: O’na yakınlık…


İNSANLARIN BU DÜNYADA BAŞLARINA gelenleri bilme, anlama dereceleri vardır. İslâm düşüncesinde bunlar temelde üçe ayrılır:

1.Aynelyakin (gözlemle elde edilen bilgi),

2.İlmelyakin (“kesin olan aklî ve naklî delillerin ifade ettiği bilgi”[1]),

3.Hakkalyakin (“iç duyu veya iç tecrübe yoluyla ulaşılan ve kesinlik bakımından en son merhaleyi teşkil eden doğru bilgi”[2]).

Bu sıralama basitten gelişmişe doğrudur. Buna göre bugün bilim denilen şey ancak ilkine vakıf olabilecek durumdadır. Bilimin İslâm’daki “ilim” kavramından geride oluşu bu sebeptendir. Sonuncusu ise özellikle tasavvufta amaçlanan bilgi seviyesidir. Belki somut delillerle ispatlanamaz ama bütün bilgilerden daha gerçektir, Hak’tır.

Allah, el-Alîm ismiyle herkesin her bir konuda bu bilme aşamalarından hangisine erişebileceğini bilir ve insanların bu noktaya ulaşmalarını kolaylaştıracak yollar açar, imkânlar sunar. Gerisi insana kalmıştır. Bir önceki cümlede geçen “yollar açmak, imkânlar sunmak” ise kanaatimce imtihan (ve dolayısıyla tecrübe) denilen olguyla gerçekleşir her şeyden önce ve belki de en çokça. Böylece erişilmek istenen basamağın yüksekliğiyle doğru orantılı olarak imtihanın şiddeti de artar. Nitekim Kur’ân’daki peygamber kıssaları da bunu destekler niteliktedir (bu bağlamda özellikle Hz. Yûsuf kıssasına bakılabilir).

Bahsi geçen bu üçlü bilme, anlama halinin insan için bu dünyada özellikle şu üç temel hususta gerçekleşebileceğini düşünüyorum:

  • Mal-mülk.

  • Kariyer, ünvan vb.

  • Eş-dost-akraba ilişkileri.

(Buraya sağlığı eklemiyorum bile zira o olmazsa diğerlerinin zaten hiçbir anlamı kalmamaktadır.) Çünkü bu sayılan üçü, insan hayatının neredeyse tamamını kapsamaktadır. O halde her bir insan için bu üç hususta değişen derecelerde hep bir imtihan hali söz konusudur. Burada imtihandan kasıt Allah’ın hem vermesi hem almasına yönelik imtihanıdır ama aşağıda açıklanacağı gibi özellikle ikincisine dair olanlardır. Çünkü kısaca, insanlar genellikle kendilerine verilenlerle unutkanlığa, bilgisizliğe, cahilliğe yönelirken (örneğin Enfâl 8/28’de buyrulduğu gib: “Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir.”) kendilerinden alınanlarla hatırlamaya ve anlamaya yönelirler.

Bir imtihan olarak kaybetmek ve Hakk’ı bulmak

Söz konusu üçlü bilme basamaklarından en çok arzu edilecek olanı elbette üçüncüsüdür. Ama buna erişebilmek pek çok şeye bağlıdır; niyet, kapasite (istidat), lütuf gibi. Bir de yukarıda bahsi geçtiği üzere imtihanların hasına hazır olma haline. Hatta bazen aynı imtihanın tekrar tekrar gelip çatmasına hazır olma haline…

Bu bağlamda öğrenilmesi istenen şeylerin belki de en temeli ve imtihanların da en vurucusu şuna dair olandır diye düşünüyorum: Allah’a muhabbet ve yakınlık. Bunu dile getirmek kolay ancak anlaması zordur. Çünkü bir çiçeği, denizi ya da bir insanı sevmek gibi değildir O’nu sevmek. Bunun için önce O’nu en çok seveni yani peygamberleri (ve tabi özellikle Peygamberimizi -aleyhissalâtuvesselâm- sevmek lazımdır hakkıyla. Sonra O’nu tanımak, O’nu O yapan ve başka her şeyden ayıran özellikleriyle tanımak yani marifet lazımdır. Bir de O’ndan gayrısının yakınlığının gelip geçici olduğunun idrak edilmesi... İşte bu son nokta, vurucu dediğim imtihanların da kapısını aralamaktadır. Buna dair bir örnek vereyim.

Çeşitli sebeplerden ötürü insanların hidayet süreçlerine dair araştırma yapmaya ilgi duyuyorum. Bu bağlamda takip ettiğim isimlerden bir tanesi bir İngiliz genci. Bu genç, dünyayı dolaşırken karşılaştığı müslümanları daha iyi anlamak adına İslâmiyet’i inceliyor ve bu inceleme sürecini video görüntüleri üzerinden insanlarla paylaşıyor. Son yayınladığı videolarından birinde[3] kendisini İslam’ı araştırmaya iten şeyleri anlatırken hayat hikâyesine değiniyor; bir yaşında terk edip giden bir baba, kötü bir üvey baba, alkole düşkün hale gelen bir anne, çok sevdiği ve iyi bir insan olduğunu dile getirdiği büyükbabasının ölümü ve kendi sağlığını kaybedişi… Bunların ardından şöyle bir cümle kuruyor: “Birkaç aydır burada yalnızım ama gerçek anlamda yalnız değilim. Allah var ve benim yanımda. Beni izliyor, doğru yolda olmam için beni destekliyor.”

Bildiğim kadarıyla henüz tam anlamıyla müslüman olmayan bu gencin çok derinden idrak ettiği şeyi bu zamana değin kalıcı bir şekilde idrak edemediğimi fark ediyorum sonra. Bunun sebebini düşünürken fark ediyorum ki Allah’ın yakınlığını hakkalyakin bilmeye kapı aralayan, imkân veren imtihanların (ve bu imtihanları kabullenişin) farklılığı söz konusu olsa gerek. Çünkü bu imkân en çok kayıplar üzerinden sağlanıyor. Kaybetme imtihanları üzerinden… Ne kadar çok ve yine yeniden kaybediyorsa bir şeyleri insan, onun o kadar geçici olduğunu ve öte yandan Allah’ın o kadar kalıcı olduğunu hissedebiliyor. Belki herkese göre değişebilir ancak bir önceki bölümde sayılan üç temel husustan mal-mülk ve kariyer hususlarında kayıplar yaşayarak Allah’ın yakınlığının hakkalyakin şeklinde idrakine erişmenin daha kolay olduğunu düşünüyorum. Ama insani münasebetlerdeki kayıplar yok mu! Hem imtihanları çok yakıcı hem onların geçiciliğinin farkındalığından Allah’ın yakınlığına uzanmayı devamlı bir surette hakkalyakin ile idrak etmek o derece zor. Sanırım bu, fıtratımızla ilgili bir durum. İnsan somut bir dayanak arıyor yanında, önünde, arkasında.

Aslında bu paylaştığım örneğin izlerini Peygamberimizin -alehissalâtuvesselâm- hayatında birebir görmek mümkün. Daha ufakkenden itibaren sırasıyla babasını, annesini ve dedesini, sonra da sevgili eşini kaybediyor. Ve bazı çocuklarını, torunlarını, dostlarını… Allah istiyor ki göz ucuyla bile onlardan birinin yakınlığı ve desteğini Allah’ınkinin yerine ikame etmesin. Elbette söz konusu peygamber olunca bahsi geçen imtihanlardan hareketle konuya dair kâmil ve kalıcı bir idrak söz konusu olabiliyor. Bize ise ancak olabildiğince ona yaklaşma hayali kalıyor.

Velhasıl annelerin varlığı fiziksel olarak kalırken başka açılardan zayıflayabiliyor, babalar ölüyor, kardeşler-çocuklar bırakıp gidebiliyor, arkadaşlar-dostlar değişebiliyor ve yollar ayrılabiliyor, eşler sözlerinden cayabiliyor ve beklenenler yine yeniden ortadan kaybolabiliyor. Büyük üzüntülere kapılmadan (hiç kapılmadan diyemeyeceğim zira bunların üzücü olması da fıtridir, tıpkı oğlunun mezarı başında niye ağladığı sorulduğunda Hz. Muhammed’in “kalp üzülür, göz ağlar” dediği gibi) bütün bunlardan murat edilen bir şey olmalı dediğinizde karşınıza sadece bir şey çıkıyor: O’na yakınlık.

“Ol hikmetini işler”

Fakat buraya kadar yazdıklarım bir kaybetme güzellemesi, bu dünyadan elini eteğini çekme çağrısı ya da ölüm özenci gibi algılanmasın. Bilakis yine Peygamberimizin -aleyhissalâtuvesselâm- ve diğer peygamberlerin hayatından görüleceği üzere bu dünyada ne kadar çok şey insanın gözünde pul kadar bir değere iniyor, varlığı ve yokluğu eşitleniyor, insan bir şeylerin peşinden ne kadar az koşup adeta ölmeden önce ölebiliyor ve şu satırları en derininden diyebiliyorsa,

Bir işi murâd itme

Hak’dandır O red itme

Oldıysa inâd itme

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Hakk’ın olıcak işler

Ol hikmetini işler

Boşdur gam u teşvişler

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler[4]

Allah da (gerçek anlamda ve kalıcı) lütfunu o derece indiriveriyor. Çünkü biliyor ki insan ancak böylesi bir ruh halinde şeyleri yerli yerine koyabiliyor, onları hakkaniyetli bir şekilde değerlendirebiliyor.


[1] Tanım için bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/ilmel-yakin

[2] Tanım için bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/hakkal-yakin

[3] İzlemek için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=-enVfxw1Edg

[4] Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Tefvizname isimli şiirinden alıntıdır. Şiirin tamamı için bkz. https://defter-i-ussak.blogspot.com/2016/10/tefvizname.html

  03.07.2020

© 2021 karakalem.net, Zeyneb Hafsa



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut