Fıtratın karşısında sosyal dayatmalar: iş hayatı ve kadın

Zeyneb Hafsa

HEMEN HERKESİN kendisi için çeşitli sebeplerden özel bulduğu filmler vardır. Benim için Mona Lisa Smile bunlardandır. Evet, bu yazım bu film hakkında olacak ancak yazıya geçmeden önce şunu da not düşmeliyim; filmi –belki de hemen her film ve kitap gibi- yüzde yüz her şeyiyle beğenip kabul ettiğimi söyleyemem. Bu yüzden de amacım film tavsiyesi yapmak değil. Sadece, bu filmi özel kılan noktaları ve ona dair okumalarımı paylaşmak.

1950’lerde ve günümüzde kadına yönelik zorlamalar

Filmi seyredenler her şeyden önce filmin geneline yayılan bir feminist hava hissedebilir. Nitekim filmin geçtiği 1953-54 döneminin öncül bir dönem olduğunu imlercesine Amerika (ve onu takip edenler) bir on yıl sonra feminist dalga ile karşılaşacaktır. Filmde gördüğünüz şey de sanki bu dalga öncesi son çırpınışlardır adeta. Bu anlamda film, Amerika’daki feminist hareketin çıkış noktasıyla birlikte kadınların 50’lerdeki yaşamına dair de ipuçları veriyor. Bu noktada filme dair temel çıkarımlarımdan biri, o dönemde eleştirilen her ne ise bugün benzer bir eleştirinin tam tersinden yapılabileceğidir. Bundan ne kastediyorum? İlkin, o dönemde kadınların üniversite ve sonrasına dair eğitiminde ciddi kotalar var. Çok yetenekli, zeki kadınlar çok iyi bir eğitim dahi alsalar kendilerinden beklenen yalnızca ev hanımlığı yapmaları. Fakat bu ev hanımlığını da adeta bir ‘koket kadın’ kıvamında yürütmeleri. Tıpkı aşağıdaki resimde olduğu gibi.

Korkmayın, film yine de ev hanımlığı ve kariyeri farklı kefelere koyup ilkini yermek basitliğine düşmüyor. Bilakis, bu tarz bir ikileme kendini kaptırmış olan başrol oyuncusunun kendisini ciddi şekilde sigaya çekmesine sebep olacak eleştiriler duymasına ve bazı şeyler yaşamasına şahit oluyoruz. Nitekim başrol oyuncusu derinden derine fark ediyor ki –ya da ben öyle olduğunu düşünüyorum- ev hanımlığına dair duyduğu sertlik ve yer yer aşağılama, aslında kendi evlilik korkusundan izler taşıyor. Filmin temel eleştiri noktası, tüm kadınlara, istese de istemese de, belirli bir yolun dayatılması. Bugün bizlerin tam tersinden tecrübe ettiğimizi söylediğim şey de tam olarak bu. Zira bugünkü kadınlar olarak bizlerin karşılaştığı şey –aslında erkekler de dâhil- hepimizin üniversite ve hatta yüksek lisans da dâhil olmak üzere okumamız gerektiği anlayışı. Bunu yap(a)mayanlara aşağılayıcı gözle bakılması da cabası. İlaveten, istesin ya da istemesin her kadının kelimenin modern anlamıyla ‘çalışma’sı gerektiği savı da buna ekleniyor. Hatta kantarın topuzu İsveç gibi ülkelerde öyle bir kaçırılabiliyor ki doktorası olan bir kadının dahi ev hanımı olarak kendini eşe ve topluma karşı bir yük gibi hissetmesi sağlanıp istediği gibi bir iş bulamazsa kendisine market kasiyeri olabileceği hatırlatılabiliyor! Örnekler için uzağa gitmeye de gerek yok aslında. Kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan bazı Türk erkeklerden çeşitli vesilelerle duyduğum bir cümledir şu: “Biz şimdi buna –bu kişi genelde tesettürlü bir kadındır- asistanlık/burs versek yarın öbür gün evde oturacak, hepsi boşa gidecek!” Velhasıl bu filmin, bugünün kadınına yapılan tersten bir baskıyı gözler önüne serecek şekilde yeniden çekilmesi çok ilginç olurdu diye düşünüyorum.

Kadının kendini dışa vuruşu: eski zamanlar ve modernite farkı

Filmden hareketle ikinci olarak düşündüğüm şey, ilkine de bağlı olarak, kadının kendini ortaya koyma şekillerinin zaman ve zeminler boyu nasıl değiştiğiyle ilgili. Yine bugünden örnek verecek olursak kadınların sadece dış mekânda çalışarak var olabilecekleri, kendilerini ortaya koyabilecekleri gibi bir algı var. Oysa kadınların ne kadarı isteğe bağlı olarak ve kendilerine uygun işlerde çalışıyor ki? Veyahut da yapılan işler ne kadar onları yansıtabiliyor? Örneğin, bir bankanın muhasebe bölümünde çalışan bir kadın, kendi olmaklığını hangi bilgisayar programına girilen hangi fatura bilgisine eklemleyebiliyor? Aslında bu sadece kadının da sorunu değil. Daha önce çalışmak ve bunun geçirdiği modern dönüşümle ilgili yazdıklarımızdan da hatırlanacağı üzere bu aslında ‘modern insanın bunalımı,’ çünkü modernite insanların kendilerini ortaya koyabilme yollarında –tek tipleştirme, bant usulü çalışma, seri üretim, uzun çalışma saatleri vb. ile- çok büyük tahribata yol açtı. Dolayısıyla kendi varlıklarını yaptıkları işlerle ortaya koyamama erkekler için de çok büyük bir problem bugün. Üstelik onların üzerindeki baskı, ev geçindirme sebebiyle çok daha fazla.

Kitle üretimi deyip yukarıdaki gibi sahneler görünce aklıma Hülya Koçyiğit’in Almanya Acı Vatan filmi geliyor. Benim için gerçekliği çok fazla olduğundan ikinci bir kere seyredemediğim bu filmin aşağıdaki afişi ne kadar da manidar!

İşte tam burada, geçmişteki insanların, özelde kadınların kendilerini ortaya koyma şekillerini düşünüyorum. Buna dair çok kapsamlı bir araştırma gerekmekle birlikte bana öyle geliyor ki tüm farklı görüntülere rağmen kendini ortaya koyma şekilleri hiç şimdiki kadar tek tipleştirilmemişti –tıpkı yukarıdaki film afişinde olduğu gibi, birbirine tıpatıp benzetilen kurulu oyuncaklar haline geliyor adeta kadınlar ve insanoğlu. Alternatif bir örnek ortaya koymak üzere aşağıdaki resim, modernitenin dayatmalarının dışında kalan Amerikan yerlisi (Kızılderili) bir kadının çevresindekileri ve içinden geçenleri, dokuduğu halıya nasıl aktardığını gösteriyor. Bu noktada faturaları sisteme giren kadın örneğiyle aşağıdaki kadın örneğinin mukayesesi oldukça manidar olacaktır.

Tüm bunların ardından bitirişi şöyle yapasım geliyor; eğitim alsın ya da almasın ev içi ve/veya dışında kendini ortaya koymak isteyen kadınların tüm bu seçenekleri bir zorlama olarak değil de bile isteye gerçekleştirmeleri daha güzel olsa gerektir.

  08.11.2017

© 2021 karakalem.net, Zeyneb Hafsa



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut