Arşiv

 Balarısı ile Eşekarısı

Meral Kaçar

HEM EVVEL zaman içinde hem de yakın zaman içinde, isterseniz gelin buna zaman zaman içinde, masal içinde diyelim: uzun boylu, siyah dalgalı saçlı, güzelim iri kanatlı ve de kocaman sesli bir eşekarısı varmış. Her yerde o koca sesiyle kendini över dururmuş. Kendine o kadar çok güvenir, o kadar çok beğenirmiş ki, herşeyi kendisinin bildiğini sanırmış. Bu yüzden kimseden birşey öğrenmeye çalışmaz, herşey onun canı nasıl isterse öyle yapılır zannedermiş.

Bu eşekarısının bir de arkadaşı balarısı varmış. Balarısı da sarışınca, çıtır pıtır, yerinde durmayan sevimli biriymiş. Balarısı ise o kadar kendine güvenmezmiş. Çünkü öğreneceği çok şey olduğunun farkındaymış. Bilmediği o kadar çok şey varmış ki balarısının. Durmadan herkese birşeyler sorar dururmuş. En çok da neyi merak edermiş biliyor musunuz? Kendisini buraya kimin gönderdiğini ve de ne yapmak için gönderdiğini.

Balarısı ile eşek arısı bir gün birlikte çiçek çiçek dolaşıp şarkılar söyleyerek uçuşurlarken nefis bir gül goncasına konmuşlar. İkisinin de o kadar çok hoşuna gitmiş ki gonca, ooooh demişler. Hemen o harika kokuyu doyasıya içlerine çekmişler. Gülün tatlı ballarından doyumsuzca tatmışlar. Balarısı dayanamamış, hemen “Acaba kimdir bu gülü bu kadar güzel yapabilen? Çok merak ediyorum, ne kadar da güzel şeyler yapıyor?” demiş. Bu sözler eşekarısının hiç hoşuna gitmemiş. Ben onları birisinin yaptığını düşünmüyorum” demiş. “Bunların doğal bir şekilde kendi kendine olduğuna inanıyorum. Meselâ gül fidesinden kesip baharda yeni bir gül fidesi dikiyorlar. Suluyorlar. Güneşe koyuyorlar. Sonra da zaman geçince bir gül daha açıyor. İşte böylece olup bitiyor işler. Hokus pokus gibi yani. Tabiî içlerinde binlerce bilimsel olaylar oluyor. Ama bunları bilim adamları biliyordur. Bir açıklaması vardır.” Balarısı “Fakat” demiş, “toprak nereden bilsin kendisine şimdi gül fidesi dikildiğini? Sonra gül yapmayı bilebilir mi? Gülün ne rengi toprakta var, ne şekli, ne kokusu, ne de tadı. Toprak çamur gibi pis birşey. Bu gül ise, sen de görüyorsun ki bir güzellik harikası. Bilim adamlarına gelince onlar bu gülün içinde olup bitenleri anlamaya çalışıyorlar. Yani onlar yıllarca araştırıp gülün içerisinde ne işler döndüğünü bulabilseler bile yine de gülün içindeki o işlerin nasıl olup bittiğini nasıl bilebilirler? Sadece ne işler oluyor, onu anlıyor bilim adamları. Senin de dediğin gibi hokus–pokus gibi işler yine de gülün içinde olup bitiyor. Yani gül yapıyor bütün bu işleri demek gibi birşey onların söyledikleri. Ben ise böyle birşeyi kabul edemem. Çok aptalca geliyor. Hiç bu hiçbir şey bilmeyen gül ya da toprak bu harika şeyleri yapabilirler mi? Benim kendimin nasıl yapıldığımı bilmediğim, gibi bu gül, de bu toprak da nasıl yapıldıklarını bilemezler bile. Kaldı ki, senin söylediğinden daha değişik bir sır olmalı tüm bu işlerin içinde.

Eşekarısı “Etrafına bak dostum” demiş. “Binlerce çiçek bizi beklerken sen nelere dalıyorsun. Hayat çok kısa. Ben düşünmek yerine çiçek çiçek dolaşıp her birinin güzelliğini gönlümce seyretmek istiyorum. Harika kokularını içime çekmek, uçmak, uçmak, uçmak, hep dolaşmak istiyorum. Bir gün kırmızı gülü çok seviyorum. Yapraklarının harika kıvrımlarının arasına giriyorum, yatıyorum, sallanıyorum. Ondan sıkılınca menekşeye, lâleye, sümbüle, nergise, leylağa… O kadar çok çiçek var ki, canım hangisini çekerse gidip bir güzel eğleniyorum. Akşam olunca da kovanıma gelip peteğimin içine yatıyorum. Mışıl mışıl uyuyorum. Bazen korkuyorum gerçi, ya yarın çiçekleri göremezsem diye, ama hemen uzaklaştırıyorum bu sıkıcı düşünceleri kafamdan. Nasılsa şimdiye kadar çiçekler her birbiri ardısıra açmadı mı? Ben de her gün onları canımın istediği gibi dolaşmadım mı? Öyleyse bu sıkıcı şeyleri düşünmeye gerek yok.”

Balarısı ise evet demiş neşeyle. “Ben de çiçekleri çok seviyorum.” Her gün onlarla birlikte olmak istiyorum. Onların tozları tam benim istediğim gibi bir yiyecek. Kokuları desen beni kilometrelerce öteden yanlarına davet ediyor. O kokudan davetiyeyi almaya göreyim, o davete koşa koşa gitmekten bir türlü kendimi alamıyorum.” Fakat, demiş balarısı düşünceli düşünceli. “Söylesene dostum, sen hiç teşekkür etmek istemiyor musun bizi böyle güzellikler içinde yapana? Onu sevmek, kim olduğunu öğrenmek istemiyor musun?”

Eşekarısı “Hiç düşünemem bunları” demiş. Nasıl olmuşsa olmuş. Artık ben çiçekleri sevdiğime göre bunların tadını çıkarmaya bakmalı” demiş. Demiş ama tam o sırada yaşlı bir eşekarısının artık çiçekleri seyredemez oluşunu görünce içi burkulmuş. Bunu balarısına belli etmek istememiş ve kendisi de unutmak için “Haydi yeter artık dostum. Güller sümbüller bizi bekliyor. Kaybedecek zamanım yok” deyip uçup gitmiş.

Balarısı aldanmamış eşekarısının vurdumduymazlığına. O da uçup güzel bir leylak dalında sürdürmüş düşüncelerini. Aman Allahım demiş birdenbire balarısı. O anda leylak kendisiyle konuşmaya başlamasın mı? “Bak bana” demiş leylak. “Ben tam sana göre yapılmışım. Yapraklarım tam senin rahatça konup ballarımı toplayabileceğin gibi. Rengim ve kokum ise tam senin seveceğin gibi. Sen de tam bana göresin çünkü benim de tozlarımın uzaklara taşınması gerekli. Senin ayakların benim tozlarımı alıp uzaklara taşımak için ideal. Güneşi ise ikimize de en yararlı bir şekilde bize ışıklarını gönderecek şekilde yukarı yerleştirmişler. Toprak benim üzerinde büyüyüp gelişebileceğim gibi yapılmış. Bütün bunlarda senin aradığına bir cevap olduğunu sezinliyorum ben” demiş. “Sır bu birlikteliklerde, ‘bir’likte olmalı” demiş.

“Öyle ise buldum” demiş balarısı sevinçle. “Hepimizi yapan aynı biri olmalı. Ey şu leylağı ve beni böyle güzelce uyumlu yapan. Senden bu leylakla bana göndermek istediğini anlattığın herşeyi istiyorum. Lütfen bana ver. Leylağa verdiğin kokuyu bana sen koklatıyorsun. Ondaki güzelliği veren ve bana güzel gösteren sensin. Bütün bunlar için sana çok teşekkür ediyorum. Bana bu güzellikleri senin verdiğini anlıyorum. Bunun için leylak kardeşin kapısını çalarak onunla senin kapını çalıyorum. Senden istiyorum tüm istediklerimi. Bütün çiçeklerin diliyle sana teşekkür ve tebrikler ediyorum. Öyle güzel yapansın ki sen. Seni çok seviyorum” demiş. Böylece bütün çiçekleri tek tek dolaşmış balarısı; mutlu mu mutlu, sevinçli mi sevinçli. İçi içine sığmayarak. Dönüp kovanına geldiğinde ise hâlâ istemeye devam ediyormuş. Çünkü güzellikleri çiçeklerden istemiyormuş artık. Onları yapandan istiyormuş. Onları yapanın ise her yerde herkesin sesini işittiğini anlamış balarısı. Görmüş ki her yerde herkesin istediğini veren biriymiş O. Hatta kovanında bütün gün dolaştığı binbir çiçeğin diliyle, hepsinin adına istiyormuş o bir tek Yaratıcıdan. Teşekkürlerini de hepsinin adına Ona sunuyormuş.

Eşekarısı ise… O da her gün çiçekleri tekrar tekrar dolaşıyormuş. Ama o hem “Kendim dolaşıyorum ben. Kendim seviyorum çiçekleri” diyormuş; hem de çiçeklerin kendinden zannediyormuş güzelliklerini. İstediklerini de çiçeklerden, topraktan, tabiattan istemeye, daha çok da hiç düşünmemeye devam etmiş. Kovanına geldiğinde ise onlardan ayrılmanın üzüntüsünü yaşamış sürekli. Stresli uykulara dalmaya çabalamış.

Sonunda ne mi olmuş? Sonunda birde bakmışlar ki, balarısının kovanına petek petek tatlı ballar göndermiş balarısını ve çiçekleri yapan Yaratıcı. “Maşallah çok güzel anladın benim anlatmak istediklerimi. Sana verdiğim kabiliyetleri boşa götürmedin. Tebrik ederim seni” dercesine…

Eşekarısının kovanına bakınca da. Kapkara, kupkuru, içi boş petekler çıkmış onun kovanından. Zaten kendileri yapılmış olan çiçekler, sular, topraklar, kokular birşey veremezmiş de ondan. Onlar yalnızca hepsini verene bizi ulaştırıp Ondan istemeyi ve neler isteyeceğimizi öğretmek içinmiş. Eşekarısı ise hep kendilerinden istediği için, her gün elleri bomboş dönüyormuş kovanına. Çiçeklerin ve arıların Sahibinden hiçbir şey istemediği için de, O, hiçbir şey göndermemiş eşekarısına. “Ne yazık sen benden hiçbir şey istemedin. Şimdi gör boşuna çabaladığını” dercesine…

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net, Meral Kaçar



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut