Bir mihenk olarak takva

Zeyneb Hafsa

“Seküler insanın en büyük çelişkisi, kutsalı inkâr ederek Tanrı’dan kurtulmaya çalışırken yine kutsalı kullanarak kendisine bir yeryüzü sistemi inşa etmeye çalışmasıdır” diyor Lindböm. Hal böyle olunca kaynağını insan aklının, benliğinin oluşturduğu ahlak, bakış açısı, zihniyet ve davranış kodları hâkim olmaktadır Batı’da. Bu da ister istemez ilahi kaynaklı son din olan İslam ile ciddi farklılıklar oluşturmaktadır.


ŞU AYET malumunuzdur:

Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık, hem de sizi şubelere ve kabilelere ayırdık ki tanışasınız, kaynaşasınız. Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en ileride olanınızdır. (Hucurat, 13)

Demek ki farklılar özünde yadırganacak, korkulacak, çekinilecek bir şey değil. Çünkü en başında insanlığın neş’et ettiği ortak bir nokta mevcuttu ve farklılıkların tanışıp kaynaşmasıyla sanki yeniden o birliğe erişilmiş gibi olmaktadır. Fakat bu farklılıklara binaen insanoğlunun aklına şu tarz sorular gelmeye başlamıştır zamanla: En ‘saf’, en ileri grup hangisidir? Bir kültürün bir diğerine üstünlüğü var mıdır? Bu ve benzeri sorulara keskin bir cevap verir ayetin devamı: “Üstünlük takva iledir”.

Farlılıklar arasında üstünlüğün mihengini takva kılmak, aynı zamanda şunu demektir gibime geliyor: Dili, giyim-kuşamı, yaşam tarzını, bakış açısını ve zihniyeti de içine sokabileceğimiz kültürel farklılıkların birbiriyle tanışıp kaynaşmasında da –özellikle de uzun süreli olanlarda- mihenk takva yani Allah’a yakınlık olmalıdır. O halde asgari müşterek, O’na teslimiyet yani islam (Peygamberimiz öncesindeki devamlılığı da göz önüne alarak küçük harfle islam) olmalıdır.

İslam ve islam

Özellikle Batılı kültür yapısı günümüzde İslam’ınkinden (O’na teslimiyetin sistemli bir din haline getirilmiş olması bağlamında büyük harfle İslam) oldukça farklı durmaktadır. Fransız düşünür René Guénon, Modern Dünyanın Bunalımı’nda Doğu-Batı Karşıtlığı isimli bir bölüm açıp bu bölüme şöyle başlamaktadır: “Modern dünyanın önemli özelliklerinden biri de, Doğu ve Batı arasında görülen uyuşmazlıktır”. Guénon Doğu’yu, İslam medeniyetini de içine alan geniş bir şekilde tanımlar. Bu karşıtlık tam olarak, kimilerince yanlış adlandırıldığı gibi, İslam-Hristiyanlık karşıtlığı da değildir. Zira Guénon’un da belirttiği gibi, “Modern Batı’nın Hristiyan olduğu söyleniyor, ama bu bir hatadır. Modern düşünce Hristiyanlığa karşıdır (antichrétien); çünkü öz itibariyle dine karşıttır (antireligieux)”.

Söz konusu karşıtlığın ya da farklılığın temel sebebi, modernleşmeyle birlikte son haddine varan ilahi kaynaktan kopuş, dünyevileşme ve insan merkezli kurumsal –maddi ve manevi- yapılaşma olgularıdır. Nitekim İsveçli düşünür Tage Lindbom’un Demokrasi Miti isimli kitabını Türkçe’ye çeviren Ömer Baldık’ın aktarımı ile Lindbom’a göre, seküler insanın en büyük çelişkisi, kutsalı inkâr ederek Tanrı’dan kurtulmaya çalışırken yine kutsalı kullanarak kendisine bir yeryüzü sistemi inşa etmeye çalışmasıdır. Hal böyle olunca kaynağını insan aklının, benliğinin oluşturduğu ahlak, bakış açısı, zihniyet ve davranış kodları hâkim olmaktadır Batı’da. Bu da ister istemez ilahi kaynaklı son din olan İslam ile ciddi farklılıklar oluşturmaktadır.

Çerçeveyi kim çiziyor?

Tam bu noktada, yazının başındaki ayeti takip edecek olursak, bir Batılı ile teslimiyet üzere olan bir İslamiyet mensubunun kaynaşabilmesi için temel asgari müşterek, İslam’ın çizdiği çerçevedir diyebiliriz. Burada bir tarafın diğerine a priori üstünlüğünden ziyade her iki tarafın kendini bir üst noktaya (takvaya) göre konumlandırması gerekliliği mevzu bahistir. Bu yüzden de her ne kadar bir taraf kendisini İslam çerçevesinde tanımlasa da mihengi takva ve teslimiyet değilse yani asgari müşterek İslam çerçevesi değilse bu yazıda bahsedilen kaygılardan otomatik olarak kendini soyutlamaktadır.

İslami çerçevenin dışında kalan her türlü farklılık ise (kıyafet kodu, yemek usulü, ev dekorasyonu, düğün-dernek usulü, önemli günleri kutlama vb.) baş göz üstünedir. Evet, modern Batılı bir akıl için bu, özgürlük azaltıcı, kısıtlayıcı, sınır koyucudur. Fakat aslında sınırları, bilinen her şeyden daha geniştir. Zira Allah’ın bildirdiğinin dışındaki hiçbir toplumsal (ön)yargı, hiçbir beklenti, koşul, istek ve baskı altında ezilmez insan! Zaten her halükarda insan hayatının sınırlarını belirleyen çerçeveler vardır, kişiler bunu fark etmese dahi… Mesele, çerçevenin sınırlarının kim ve ne tarafından belirlendiğidir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, özellikle de Müslüman olan kişi açısından, İslam’ın çizdiği çerçeveyle kişinin kendi görüşlerinin ayırdına iyi varabilmesidir. Yoksa karşı tarafa zulüm edilmiş olur. Örneğin, sonradan Müslüman olan bir kadına, tek tesettür metodunun peçe yapmak olduğu dikte edilirse işte bu tarz bir sıkıntıyla karşılaşmış oluruz.

Doğu-Batı iletişiminde takva mihengi

Dedik ki, asgari müşterekleri ne modern kuramlar, ne kişisel yorumlar, ne de benlikler belirler; onu sadece İslam belirleyebilir. Bunu söylemesi kolay lakin tatbiki zordur. Çünkü karşılıklı yapılması gerekenler vardır. Örneğin, Batılı tarafın halis niyeti –ki bunun halisliğini kişinin kendisi ve Allah’tan başkasının bilmesi imkânsızdır. Hatta bazen kişinin kendisi bile yanılgılar neticesinde çok sonradan fark edebilir niyetinin asıl niteliğini-, olgunluğu –kişinin kendini, ne yapıp yapamayacağını, kapasitesini bilmesi anlamında-, güçlü bir iradeyi ve devamlı bir çabayı gerektirir. Beri yandan, İslam’a mensup olan Doğu’nun da yapması gerekenler vardır. O da niyetini salih tutmalıdır. Neden? İstediği şeyi kendi nefsi, kibri için mi istiyor yoksa gerçekten hayır olsun diye mi istiyor, bunun ayırdına varabilmesi gerekir. Haddini bilmelidir. Bilmelidir ki, Mevdudi’nin sözleriyle:

Hiç kimse Allah’ın izni olmaksızın herhangi birine herhangi bir lütufta bulunamaz veya böyle bir lütfa eremez. İman ve hidayet de birer lütuf olduğuna göre onlara da yalnızca Allah’ın izniyle ulaşılabilir. İmanın lütfedilmesi ya da bu lütfun herhangi biri üzerinden kaldırılması sebepsiz yere tahakkuk etmez; aksine, hikmet üzere temellenmiş bir sisteme göre meydana gelir.

İnsanın tüm yaşanmışlıklarını, tecrübelerini, öğrendiklerini ve hayatını İslam mihengine vurması elbette ki kolay bir şey değildir. Kolay olsa kitaplar iner, peygamberler gönderilir miydi? Fakat eğer İslam mihenk edilmeden yola çıkılırsa ya da mihenk edildi sanılıp aslında mihenk edilmemiş ise farklılıkların hayatın her bir adımında insanın eline, ayağına ve dahi yüreğine dolanması kaçınılmaz olur. Bir manzaraya bakar, bir olayı değerlendirir ya da bir şeyi okursunuz fakat gördüğünüz aynı olsa da algılarınız, yorumlarınız ve o yorumlara göre eyleminiz o kadar farklılaşır ki!

  12.04.2016

© 2021 karakalem.net, Zeyneb Hafsa



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut