Allah için buğzetmek

Oktay Gökkoca

HAKLI BİR dava nasıl adâletsizliğe dönüşür? Bugünlerde bu sorunun cevabına ve dolayısıyla hak dava ederken, adâleti tesis etmeye çalışırken zulme sebep olmama hassasiyetine daha bir ihtiyacımız var sanki. Terörün yeniden azdığı bu günlerde meşrû bir devletin, kendisinin ve vatandaşlarının güvenliğini meşrû bir zeminde savunma hakkına sahip olduğu bizce muhakkak.

Ancak bu savunma hakkına taraftar olurken bizlerin hangi niyet ve duygu haliyle meseleye baktığımız noktasında problemler mevcut. Biliyorum, böyle zamanlarda, yani akıldan çok hissiyatın öne çıktığı zamanlarda böyle şeyleri dillendirmek ya da öne çıkarmak zordur. Ama hakkın hatırı âlîdir düsturunca hareket etmek de mü’minlerin vazifesidir.

Çevremde birebir gözlemlediğim ve sosyal medyada takip edebildiğim kadarıyla devletin teröre karşı savunma refleksini nev’î enaniyet üzerinden destekleyen bir çoğunluk var. Ak Parti’ye taraftar olma şemsiyesi altında, çözüm sürecinde geçici olarak dizginlenmiş özellikle dindar tabanlı Türk milliyetçiliği ve bunun ürettiği hamâsî dil yeniden hortlama temâyülü gösteriyor. (Bir milliyetçinin hakikatte dindar olup olamayacağı ayrı bir mesele.)

Terör meselesini ermeni ırkının ontolojik kötülüğüne bağlamaktan tutun da parçalanmış ceset görüntülerini ‘leş’ vb. tanımlamalarla salya akıtarak paylaşmak vb. şeklinde tezâhür eden bu temâyül pek hayra alâmet değil.

Bediüzzaman Yirmiikinci Mektup olan Uhuvvet Risalesinde adâlet etmek isterken zulmetmemek için şu üç âli düsturun ‘harekât’ımıza esas olması gerektiğini söylüyor. El hubbu lillah, velbuğzu fîllah, velhukmü lillah. Yani Allah için sevmek, Allah için buğzetmek ve hüküm Allah’a aittir düsturuna riâyet etmek.

Ve bu hususta biri tarihçe meşhur ibret alınması ve dikkat edilmesi gereken iki hâdiseyi zikrediyor.

Birisi;

Bir vakit, İmam-ı Ali radıyallahü anh bir kâfiri yere atmış. Kılıcını çekip keseceği zaman o kâfir ona tükürmüş. O, kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir ona demiş ki: “Neden beni kesmedin?”

Dedi: “Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün; hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlâsım zedelendi. Onun için seni kesmedim.”

O kâfir ona dedi: “Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece sâfi ve hâlistir; o din haktır” dedi.

Diğeri;

Bir zaman bir hâkim bir hırsızın elini kestiği vakit eser-i hiddet gösterdiği için, ona dikkat eden âdil âmiri onu o vazifeden azletmiş. Çünkü şeriat namına, kanun-u İlâhî hesabına kesseydi, nefsi ona acıyacaktı. Ve kalbi hiddet etmeyip, fakat merhamet de etmeyecek bir tarzda kesecekti. Demek, nefsine o hükümden bir hisse çıkardığı için, adaletle iş görmemiştir.

Birinci hâdisede ihlâsı, ikinci hâdisede adâleti zedeleyen şey, (ki ihlas aynı zamanda adâlettir) ‘Allah adına/kanun-u İlâhî hesabına’ yapılması gerekene kalbin hiddetini, nefsin hissesini karıştırmaktır.

Demek ihlâsın olmazsa olmazı bir şeyi sırf Allah için yapmak olduğu gibi, adâletli olabilmek için de yalnızca Allah için, şeriat namına, kanun-u İlâhî hesabına hükmetmek, buradan nefse bir hisse çıkarmamak gerekiyor. Ve ancak böylece, bir kâfiri öldürmek veya bir hırsızın elini kesmek gibi zâhiren ‘şiddet’ içeren bir fiil adâlet oluyor, merhametsizlik olmuyor.

Teröre karşı olan meşrû savunma hakkına da bu adâlet ölçüsünü esas alarak destek olmak gerekiyor. İşin içine ferdî veya nev’î enaniyetlerimizin hissesini karıştırmak, ferdî veya kollektif nefislerimiz adına buğzetmek, bizi, hem söylem düzeyinde hem de elimizden gelse eylem düzeyinde sonu zulme giden bir yola çıkarır.

Bu hususta hissiyatlarımızı tekrardan gözden geçirmemizde fayda olduğunu düşünüyorum. Kimin için/adına buğzediyoruz? Allah için mi, Türk’ün gücünü göstermek için mi?

  12.08.2015

© 2021 karakalem.net, Oktay Gökkoca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut