Zihnimizin Prangaları

Oktay Gökkoca

‘HAYATTA UĞRADIĞIMIZ bütün güçlükler az çok kafamıza gelen ilk fikirden bir türlü silkinip çıkamayışımız yüzünden değil midir?’ (Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü)

Bir derde derman, bir soruna çözüm ararken bizi hep dar bir alanda düşünmeye zorlayan bir durumdur bu. Zihne ilk gelen şeylerin etrafında çözüm ararız genelde. Belki çözüm çok kolaydır. Ama düşünüş tarzımız, bir türlü içine girdiği kalıbın dışına çıkamadığından döner dururuz çaresizce. Ne zaman ki başka biri çok kolay bir çözüm üretir bize, ‘bu nasıl benim aklıma gelmedi, ben niye bu açıdan düşünemedim’ diye hayıflanırız.

Nedir zihnimize gelen ilk şeyleri belirleyen? Ve bazen onların dışında başka türlü düşünemeyişimiz nedendir?

Elbette bu sorulara çok farklı cevaplar verilebilir. Ben, bizi başka türlü düşünmeye kapatan şeyin çeşitli yollarla zihnimize işlenmiş ezber ve kalıplar olduğunu düşünüyorum. Bu ezber ve kalıplar bir düşünme disiplinin içinde yediriliyor zihnimize.

Düşünme disiplini derken, bir ideolojinin, bir ilim/bilim dalının veya bir eğitim tarzının sistematiğini, düşünüş biçimini kastediyorum. Tüm disiplinler az ya da çok zihnin çalışmasını kendine özgü bir kalıba sokar. Zihnin işleyişini bir kalıba sokmanın kolaylaştırıcı bir tarafı olmakla birlikte, sınırlandıran, dışarıya karşı perdeleyen bir tarafı da vardır.

Sürekli aynı disiplinin kalıpları içerisinde düşünen zihin, kendi içine doğru bir uzmanlaşmayı netice verse de, o disiplinin dışındaki düşünme tarzlarına gittikçe yabancılaşır. Hayatın ve hâdiselerin hakikatini yalnız kendi penceresinden görünenlerden ibâret sanır. Bu yabancılaşma aynı zamanda farklı olana karşı bir ön yargıyı, yeni olana karşı bir direnme ve inkâr meylini de beraberinde getirir. Hem bireysel hem toplumsal ölçekte, kendisine ait mevcut olanı, yani bir anlamda statükoyu muhâfaza etme meyillerini besleyen budur biraz da.

Hem insanın hem de toplumun kemâl yolculuğunda işleri zorlaştıran bir durum bu. Çünkü ister bireysel olsun ister toplumsal olsun tüm statükolar, hakikati ya da mutlak doğruyu tüm yönleriyle kuşattıkları iddiasındadır aynı zamanda. Dolayısıyla başka fikirlere ya da doğrulara ihtiyaçları yoktur.

Böyle bir durumda farklı statükolar arası iletişim yolları asgarî düzeyde açıktır. Her statüko, kendi mahallesine hapsetmiştir kendisini. Farklı olanı dinlemeye tahammülü yoktur. Görünürdeki iletişim hareketleri, diğerini dinlemekten çok, onu kendisine biat etmeye çağıran monolog bir konuşmadır. Dışarıdan gelen tüm negatif çağrışımlı sesler, kendi varlığını yok etmeye yönelik bir saldırı şeklinde algılanır.

Toplumsal kutuplaşmalar böyle bir ortamda filizlenir ve büyür. Keskin kutuplaşmalar sonunda gelinen nokta uğultulardan oluşan bir gürültü kirliliğidir.

Aynı gemide seyahat etme zorunluluğu olan bir toplum için kollektif enerjiyi tüketen, sıfırlayan bir felâket bu.

Bu felâketi önlemenin şümullü çâreleri, beni de bu yazıyı da aşıyor. Ama en azından Bediüzzaman’ın İhlâs Risâlesi’nde (Yirminci Lem’a) saydığı dokuz emirden biri olan ‘yanlış düşündüğü izzetini terketmek’le işe başlayabiliriz.

  01.06.2015

© 2021 karakalem.net, Oktay Gökkoca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut