Bir Zihniyet: Asabiyyetçilik

Oktay Gökkoca

Âyetten anladığımıza göre şeytan Âdem’e olan düşmanlığını, onun asabiyyetine dâhil olan (topraktan yaratılmış olmaları nedeniyle) tüm insanlara teşmil etti. Âdemoğlunun hepsine apaçık düşman oldu.


ÖNCE LÛGATE bakalım. Abdullah Yeğin ağabeyin hazırladığı lûgate göre asab, sinir, damar anlamına geliyor. Asabe ise kuvvet, şiddet, baba tarafından akraba olanlar, bir kimseye yardım ve takviye eden akraba takımı olarak tarif edilmiş. Asabiyyet; Sinirlilik, iman ve İslâmiyeti, kendi akrabasını, vatanını, din veya milliyetini müdafaa etmek gayreti. Hamiyet.

Devam ediyoruz. Asabiyyet-i cahiliyye; İslâmiyyetten evvelki câhiliyyet asabiyyeti. Menfî milliyet. Irkçılık; Yani aşırı derecede kendi kavim ve kabilesini koruma ve iltizam gayreti.

Buradaki ‘aşırı derecede’, muğlak bir ifade. İltizam; burada tercih edilebilecek manasıyla tarafgirlik, bu muğlaklığı bir derece açıyor ama yeterli değil sanki.

Bir de hem Abdullah Yeğin ağabeyin lügatindeki târif, hem de başka kaynaklardaki daha geniş çerçeveli asabiyyet târifleri, asabiyyetin cahiliyye versiyonunu yalnızca etnik kökene dayanan ırkçılık olarak tarif etmemizin eksik kaldığını gösteriyor.

Meselâ şu asabiyyet târifi, asabiyyet-i cahiliyyeyi veya bundan sonra onun yerine kullanmayı tercih edeceğim ‘asabiyyetçilik’ kavramını bir zihniyet problemi olarak îzah edebilme adına önümüze daha geniş bir alan açıyor.

‘Kan birliğini olduğu kadar insanlardaki bir arada yaşama eğilimini veya müşterek bir fikir etrafında beraber olmayı da kapsayan sosyal ilişki.’

Bu târifi de yanımıza alıp devam edecek olursak, asabiyyetten bahsedebilmemiz için olmazsa olmaz olan anahtar kavramın ‘bağ’ olduğunu söyleyebiliriz. ‘Bağ’ ile kastettiğim, en az iki şeyi birbiriyle ortaklaştıran ve bu sayede irtibatlı hale getiren bir keyfiyet. Ve asabiyyet söz konusu olunca bu keyfiyet çeşitleniyor. Asabiyyeti meydana getiren bu bağlar, aynı aileden, aynı sülaleden, aynı meslekten, aynı işyerinden, aynı şehirden, aynı bölgeden, aynı kültürden, aynı siyâsî fikirden, aynı etnik kökenden, aynı ülkeden hatta aynı dinden olmak şeklinde sıralanabilir. Bu liste çok daha fazla da uzatılabilir. Öyleyse asabiyyet gibi asabiyyetçilik de, tüm bu bağlar etrafında ortaya çıkan ve sadece kan ‘bağ’ına bağlanamayacak kadar geniş bir muhtevaya sahip.

Asabiyyetçiliği yalnızca diğer asabiyyetlere üstünlük iddiası/vehmi olarak da tarif etmek yeterli değil. Elbette her asabiyyetçilikte bir üstünlük iddiası vardır ama asabiyyetçilik bununla sınırlı değil. Teşbihte hata olmaz, asabî üstünlük vehmi tek başına, sarhoş edici bir içeceğin henüz mideye gönderilmeyip ağızda bekletildiği haldeki durumuna benziyor. Asabiyyetçilik esas tesirini, üstünlük vehmi boğazdan geçip, akıl ve kalb midesine gidip, oradan tüm his ve damarlara ulaştığında yapıyor. Asabiyyetçiliğin his ve damarlara işledikten sonraki tezahürlerine baktığımızda gördüğümüz en belirgin sonuç adâletsizlik. Buna göre lûgatteki ‘aşırı derecede’ ifadesini ‘adâletsizlik yapacak derecede’ şeklinde netleştirmek yerinde olur sanırım.

Bu adâletsizliğin iki vechesi var.

Birinci vechesi kendi asabiyyetine dâhil olanı haksız da olsa müdafaa etmek, onu haklı görmek. Veya bir diğer ifâdeyle kendi asabiyyetinden olmayanı haklı da olsa haksız görmek. Bunun pratikteki tezahürleri irili ufaklı birçok hak gaspı şekline ortaya çıkıyor.

Hamiyetle asabiyyetçiliğin arasındaki fark işte bu adâletsizlik noktasında ortaya çıkıyor. Hamiyet, mensub olunan asabiyyetin hak ve hukukunu koruma gayreti olarak ortaya çıkan fıtrî ve meşru bir duygu iken, asabiyyetçilik, bu koruma gayretini başka asabiyyetlere zulmetmek sûretiyle ortaya koyuyor.

İkinci vecheye geçmeden önce ilk asabiyyet davasına dönüp bakmak gerektiğini düşünüyorum.

Hz. Âdem’e secde edilmesi emrine itaat etmeyen iblis, bu itaatsizliği, kendisinin ateşten, Hz. Âdem’in ise topraktan yaratıldığı, bu nedenle kendisinin Hz. Âdem’den üstün olduğu argümanıyla gerekçelendirmişti. Yani, ateşten yaratılan bir mevcud olarak, topraktan yaratılan bir mevcuda karşı asabiyyetçilik yapmıştı. Ona üstünlük taslamıştı. Hz. Âdem’e düşman olmuştu.

Ama şeytan bu düşmanlığı Hz. Âdem’le sınırlı tutmadı. Bunu Â’raf sûresindeki şu âyetten anlıyoruz.

Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. (Â’raf 16)

Bu âyetten anladığımıza göre şeytan Âdem’e olan düşmanlığını, onun asabiyyetine dâhil olan (topraktan yaratılmış olmaları nedeniyle) tüm insanlara teşmil etti. Âdemoğlunun hepsine apaçık düşman oldu.

İşte ikinci vechede karşımıza çıkan durum aynen bu ilk asabiyyet davasındaki duruma benziyor. Yani başka asabiyyete dâhil olanlardan biri(leri)ne olan düşmanlığı şahsîlikten çıkarıp o asabiyyete mensub olanların tümüne teşmil etmek. Başka asabiyyete mensub olanlardan biri(leri)nin suçunu, hatasını umumileştirerek o asabiyyetin tümüne mâl etmek.

Meselâ ahlâksız bir mensubu nedeniyle bütün bir aileyi ahlâksız, hırsızlık yapan bazı sâkinleri yüzünden tüm mahalleliyi hırsız, hîle yapan bazı mensubları nedeniyle bir mesleğin tüm erbabını hîlebaz, fitne yayan, anarşi çıkaran bazı mensubları nedeniyle bir etnik topluluğun tüm fertlerini ‘kanı bozuk’ terörist ilân eden bir zihniyet asabiyyetçilik.

İşte, üzerinde durduğu dört temel esastan biri adâlet olan Kur’ân’ı Hâkim, beş kez tekrar ettiği ‘ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ’ (Hiçbir günahkâr bir başkasının günahını yüklenmez) âyetiyle asabiyyetçiliğin netice verdiği bu büyük adâletsizliğe ve zulme karşı bizleri uyarıyor.

Rabbim, zihnimizi, kalbimizi, his ve damarlarımızı asabiyyetçiliğin tüm tezahürlerinden arındırarak bizi şeytanîleşmekten ve zâlimlerden olmaktan muhâfaza etsin. Âmin.

  25.03.2015

© 2021 karakalem.net, Oktay Gökkoca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut