“O akşam”

Mustafa H. Kurt

BELKİ HAVA durumu programlarında hiç bahsedilmeyecekti ama; o akşam içimde yoğun bir sis ve ardından da gök gürültülü sağanak yağış haberi veriyordu tüm belirtiler..

Çökük omuzlarımın sebebi mağlup duygularla yürüdüğüm ıslak kaldırımlar, amansız bir hastalık gibi inen karanlığa çoktan teslim olmuşlardı bile. Bir yandan yürüyor, bir yandan da insan olarak, daha doğrusu kâinatın belki de en harika türünün bir ferdi olarak yüz yüze kaldığım sorunların saçmalığını düşünüyordum. Bu nasıl ve daha da önemlisi, neden oluyordu ki? İnsanlar insanlığı harcıyor; insan, insan olma değerine kendi eliyle kıyıyordu resmen! Halbuki bir et ve kemik bütünü olarak yürüyor, hissediyor, düşünüyor, medeniyetler kurabiliyordu ama, böyle bir harikuladeliği temsil etmesine rağmen işte bu varlığın yine kendisi, kurduğu düzenle tam da bu harikalığına yazık ediyordu maalesef.

Başımı kaldırıp caddeye baktım. O an mesai bitimi suratsızlığıyla dolu dolmuşlara binecek durumda değildim kesinlikle. Derdim bu akşam dert kaldıramayacak kadar azgındı. Ceketimin yakasını kaldırıp önümü ilikledim ve ellerimi cebe atıp tıpkı liseli bir âşık olarak caddeleri arşınladığım o hoş ama boş zamanlarımda yaptığım gibi, bakışlarımı buluşturabildiğim en uzak nesnelere dikip yürümeye karar verdim. Bir yandan da her şey ne kadar boş diye kendi kendime söylenmekteydim. Ama elimde değildi buna söylenmemek! Gerçi ailemden veya dostlarımdan biri duysa bu sözüme gücenirdi büyük ihtimalle ama, bir dinleseler, bir anlatabilseydim içimdeki dünyayı.. Veya içimdeki dünyamla, yaşadığım dünyanın birbirinden gayrılığını...

İşim, ailem, çocuğum, evim, sağlığım hepsi yerindeydi çok şükür; ama ya şu içimdeki: "ben bunun için mi, bu her şeyi kurgulanmış, her aşamasında belli hedeflere gerilmiş bir mezar yolculuğu için mi geldim bu hayata?!" sıkıntısı?! Onu ne yapacaktım peki? Baktığım her şey bana çok önemli bir türün üyesi ve diğer varlıklarla kıyasa gelmez özelliklerin sahibi bir canlı olduğumu düşündürürken; bu kısacık hayatta bunu boşlayarak günlerimi iş-ev-uyku-tatil-iş-ev.. diye uzayan ve sahip olduğumu hissettiğim bu önem karşısında pek hafif düşen geçip-gidecek, bitecek anlarla doldurmak, artık gittikçe dokunuyordu yüreğime..

O an: "Bütün bunların farkında olabilmek bile, bir et-kemik-doku-kan yığını olmanın ötesinde, ele avuca gelmez, fizikötesi bir ben'in olduğunu da anlatmıyor mu aslında?" diye mırıldandığımı hatırlıyorum.

“Öyle olmalıydım tabi!” dedim çünkü ardından; öyle tabi, varlığını bizzat duyduğum bu iç sesimin sahibi, aynada gördüğüm değil, madde ötesi olan bir “kendimdi”.

Ve öyle olmalıydı elbet, bu üç günlük hayatta sahip olarak doğduğum tüm insani yeteneklerim, sadece ‘üç gün için’ hayli fazla, hayli israftı! Oysa daha geçenler rast geldiğim ve yarasaların hiç ummadığım işlerini anlatan belgesel başta olmak üzere izlediğim tüm belgeseller ve hayvanlar arasında kurulu ince düzeni bana tanıtan tüm tabiat kitapları, bu âlemde aslında hiçbir şeyin gereksiz ve lüzumsuz yere olmadığına dair hayret veren örneklerle doluydular. Durum böyleyken, tabiat lüzumsuzluk kabul etmezken, peki insan denilen bu yüksek değer nasıl ziyan edilebilirdi? Ya insanı insan yapan maddi-manevi tüm harikalıkların üç günün sonunda toprakta yok olmasıyla, tabiatta hiç görülmedik bir mantıksızlık nasıl gerçekleşebilirdi?

Hayır, böyle harika bir sanat, bu yüksek değer, bu mükemmel farkındalık, kesinlikle boşa gidemezdi! O halde bunda bir iş vardı!

O an sanki benim bu sonuca ulaşmamı kutluyormuş gibi yağmur birden dinmiş, bulutlar çekilmiş ve gökyüzünde ay nurdan simasını cömertçe sergilemeye başlamıştı…

. .

Az önceki yılgınlığıma ilaç gibi gelen bu düşüncelerin ardından birkaç sokak ötede yüzüme yansıyan tebessüm, en az, içime çektiğim ve o zamana kadar içime çektiğim tüm nefeslerden daha tatlı bulduğum nefesim kadar tatlı ve derin gelmişti o an bana. İnsan olmanın önemini ve bu önemin boşa olamayacağını, belki daha da önemlisi insanın kısacık bir hayata harcatılamayacak kadar yüksek bir değer taşıdığını birazcık da olsa kendi içimde keşfedebilmiş olmak, bir anda benim için hiçbir dostun veremeyeceği kadar büyük bir teselli ve derman sunmuştu. Az bir şey miydi bu?

Hele insan doğduktan sonra asıl meselenin “insan olmaktan ne murad edildiğini keşfetmek” ve bu yolla “insan olarak ölebilmek” olduğunu düşünmeye başlayınca, dünyanın tüm insanları, tüm milletleri, hatta geçip gitmiş tüm insanlar bile kendilerine sunulmuş bu yüksek “insan olmak” cevheri bakımından kıymetli geldiler bana.. O kadar ki, insan olmanın o yüksek paydasında tüm ırkçılıkların, tüm ‘seçilmişliklerin’ nasıl da “ben yanlışım” diye bağırdıkları dahi bu sayede iyice açığa çıkmıştı nazarımda! Hayatın ve ölümün yanı sıra şu dünyaya yönelik “benlik, kimlik, kariyer, mal, mülk, milliyet, cinsiyet..” diye uzayıp giden ve bizi çoğu zaman “insan olmanın değerini keşiften” alı koyan ‘önemliler listemizdeki’ pek çok madde, gözüken o ki, insan olmanın değerini fark edebildiğimiz oranda anlam bulabilecekti ancak…

Böylece o akşam, daha doğrusu bana hayatın manasına dair sunulmuş kendi içimdeki işaretleri uzaktan da olsa keşfedebildiğim o güzel akşam, hayatımda ilk defa bu kadar candan ve bu kadar hissederek bir “çok şükür!” cümlesi çıktı ağzımdan.. “Çok şükür Allah’ım, bana boşa olamayacak bir değerde olduğumu göstererek kalbimi ferahlattığın ve o asıl değerimi bu faniliğimle değil, ancak baki âleminde bulabileceğimi aklettirdiğin için. Seni ve sanatını, ilmini, kudretini çok seviyorum Allah’ım; ayrıca bu kudretini, ilmini, sanatını fark edebilme araçlarım olan “insanlık özelliklerimi” de çok seviyorum; ve dahi bu sanatın, ilmin, kudretinle yarattığın insanları ama en çok da “insanlık değerini” fark ederek “insanlık paydasında” saf tutan kullarını.. işte onları da çok seviyorum”…

Gökyüzü şimdi aydınlanmıştı adeta. Ve berrak bir gece, tatlı bir rüzgar, hele evden gelen “nerede kaldın, bak en sevdiğin yemek hazır, seni bekliyoruz babacığım” telefonu ile ben bambaşka bir bendim artık.

“Ahiret aynaları (1)” – Mustafa H. Kurt

  27.01.2018

© 2021 karakalem.net, Mustafa H. Kurt



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut