CUMHURİYETLE YAŞIT denilebilecek tarihinde her türlü baskı, yasaklama ve anti-propaganda faaliyetlerine maruz kalmasına rağmen günden güne genişlemiş bir “ihya hareketi” olan Risale-i Nur’un bu başarısında, hiç şüphesiz pek çok etkenin birden varlığından söz etmek gerekir. Ne var ki, bütün o etkenler içerisinde Risale-i Nur’daki ve onun meşhur cüzlerinden biri olan Haşir Risalesi’ndeki “üsttenci olmayan” o latif üslubun ayrı bir yeri olduğu da muhakkaktır. Söz gelimi, ilgili Risalenin hemen başında yapılan şu çağrıya rengini veren dil, bunun nezih ve meşhur bir örneğidir:
“Birader, haşir ve âhireti basit ve avâm lisanıyla ve vâzıh bir tarzda beyânını ister isen, öyle ise şu temsilî hikâyeciğe nefsimle beraber bak, dinle:” |
Nitekim Bediüzzaman Said Nursî’nin “nefsimle beraber bak, dinle” demek suretiyle, konu edindiği hakikatlere kendi nefsini de muhatap kılmasının, değişik vesilelerle “enaniyet zamanı” (1) ve “benlik ve enaniyet asrı” (2) diye nitelendirdiği bu modern zamanlardaki değeri ise paha biçilmez olacaktır.
O’nun, klasik ve genel irşad tarzlarından kısmen farklı olarak muhatabına “Birader”, “Ey kardeş” ifadeleriyle tarif edilebilecek bir üslupla seslenmesinin nedenleri arasında, öncelikle yeni devrin nasihatten pek hoşlanmayan, bilgiden çok hazza çabalayan ve gelenek karşısında modernizme meyilli fertlerinin toplumda sıklıkla görülmeye başlaması gibi afakî-dışsal etkenleri saymak mümkündür. Zira gerek toplum, gerekse de kutsal karşısında bireyi önceleyen bu baskın-Batılı düşünüş tarzının ve dayatmacılığının da etkisiyle ileride ‘normali’ oluşturacak olan söz konusu “yeni zihinsel yapı”; kendisini klasik eğitim metotlarındaki “Talebe-Mürşid” tasnifi içerisinde konumlandırmaktan uzak “yeni bir ferdin” önemli bir özelliğini de haber verir niteliktedir.
İşte tam da böylesi zihinsel bir yapıyla malûl modern insanının dilini anlamak suretiyle ne gelenekçi, ne de modernist-fakat ikisini de birleştiren bir “yeni gelenekçi” diye de tarif edilebilen Bediüzzaman’ın, (3) vereceği iman dersinde “Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz” (4) yaklaşımını şiar edindiği o hitabı yerine mesela “egoları tahrik veya tahkir edebilecek” bir söylemin hâkim olması, bu devir insanının o derslere mesafeli yaklaşımını da netice verecekti mutlaka.
Bununla birlikte, örneğin haşir gibi “derunî” bir iman hakikatini “basit ve avam lisanı ile” izah etme hedefinde (5) hem bu hakikatin toplumdaki her kesimi de ilgilendiriyor olmasının, hem de söz konusu toplum kesimleri içerisinde avam denilen-bilgi seviyesi çok da yüksek olmayan insanların çoğunluğu teşkil etmesinin hayli etkisi olsa gerektir. (Bu itibarla, haşrin izahı gibi bir mevzuda “çoğunluğu muhatap alabilen” söz konusu “basit ve avam lisanının” tam bir şefkat yansıması olduğu da ayriyeten ortaya çıkmaktadır.)
Dahası, Haşir Risalesi’ndeki bu üslup ve lisan tercihi hakkında, bir müellif olarak Bediüzzaman’ın okuyucusuyla kurduğu örnek empatideki hayranlık veren başarısını da unutmamak gerekiyor. Sözgelimi, muhterem Müellif haşir ve ahiretin ispatı gibi derin bir meselede okuyucusunun karşılaşabileceği kimi anlama zorluklarına dair bir tavsiyesini, “sorunun farkında olduğunu” ifadeden çekinmeyen o mezkur tavrıyla yapmaktadır yine:
“Deme, Niçin bu Onuncu Söz’ü birden tamamıyla anlayamıyorum? Ve tamam anlamadığın için sıkılma! ..elbette o kadar derin ve mânen pek yüksek bir yol; birdenbire bir cadde-i umumiye-i akliye hükmüne geçemez. Fehmettiğimiz miktarına memnun olup tekrar mütalâa ile izdiyâdına çalışmalıyız.” (6) |
Kısacası, ancak “basit ve avam lisanından” anlayabilecek olmasına rağmen “derin ve mânen pek yüksek bir yol” olan haşir hakikatini aklına da yaklaştırmak isteyen modern zamanlardaki çoğunluğa yönelik izahtaki hitabın, reçetenin ve şefkatin kısaca bir adıdır: “basit ve avam lisanı ile”..
1)Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ L.-1, Envâr Neşr., İst. 2006, s.87.
2)Nursî, Emirdağ L.-1, a.g.e., s.166.
3)Bediüzzaman’ın gelenek ve muhatap karşısındaki konumuyla ilgili okumalar için bkz: Nevzat Tarhan, Çağın Vicdanı Bediüzzaman, Nesil Yay., İst.2012; Said Nursî ve Tasavvuf, Editör: İbrahim M. Abu-Rabi, Etkileşim Yay., İst.2009; Metin Karabaşoğlu, Said’leri Ararken, Karakalem Yay., İst.2004; Mary Weld, Bediüzzaman Said Nursi'nin Entelektüel Biyografisi (Çev.: Celil Taşkın), Etkileşim Yayınları, İst., 2011.
4)Nursî, Lem’alar, İst.1986, s.166.
5)“hakaik-i imaniye ve Kur'aniye içinde öyleleri var ki; en büyük bir dâhî telakki edilen İbn-i Sina, fehminde aczini itiraf etmiş, "Akıl buna yol bulamaz!" demiş. Onuncu Söz Risalesi, o zâtın dehasıyla yetişemediği hakaiki; avamlara da, çocuklara da bildiriyor.” (Mektubat, Envâr Neşr., İst.1986, s.372).
6)Nursî, Sözler, Envâr Neşr., İst.1996, s.93. Öyle ki, okuyucusunun bu konuda yaşayabileceği söz konusu anlama zorlukları karşısındaki teshil (anlamayı kolaylaştırma) çabası, Bediüzzaman’ın hem Haşir Risalesi’nde tercih edeceği anlatım tekniklerine etki etmiş; hem de bu Risale hakkında değişik vesilelerle yapmış olduğu ikaz ve açıklamalarına da rengini vermiştir. Sözgelimi, Haşir Risalesi’nin bir anlamda ‘ana direğini’ oluşturan “On İki Hakikat” hakkında yaptığı bir izah, bunun güzel bir örneğidir:
“Herbir hakikat, üç şeyi birden isbat ediyor; hem Vâcib-ül Vücud'un vücudunu, hem esma ve sıfâtını, sonra haşri onlara bina edip isbat ediyor. En muannid münkirden tâ en hâlis bir mü'mine kadar herkes her "Hakikattan” hissesini alabilir. Çünki "Hakikat’larda” mevcudata, âsâra nazarı çeviriyor.
Der ki: Bunlarda muntazam ef'al var, muntazam fiil ise fâilsiz olmaz. Öyle ise bir fâili var. İntizam ve mizan ile o fâil iş gördüğü için, hakîm ve âdil olmak lâzımgelir. Madem hakîmdir, abes işleri yapmaz. Madem adaletle iş görüyor, hukukları zayi' etmez. Öyle ise bir mecma-i ekber, bir mahkeme-i kübra olacak.
İşte "Hakikatlar” bu tarzda işe girişmişler. Mücmel olduğu için üç davayı birden isbat ediyorlar. Sathî nazar fark edemiyor.” (Barla L., Envâr Neşr., İst.1996, s.320).
© 2021 karakalem.net, Mustafa H. Kurt