EPEYCE ZAMANDIR işlenen, üretilen, geliştirilen; böyle bir açıklama modeline dünden razı olanların yanında, tahkik ehli olmayan nice kişiyi ikna edecek bir kıvama da getirilen bir mesele var.
Daha doğrusu, bir fitne…
Ehl-i Sünnetin asırlar boyu asıl taşıyıcısı olmuş iki ana damarı birbirinden ayırıp birini Cebriye tarafına ötelerken, diğerini kendi tarafına çeken; böylece Ehl-i Sünnet’in ‘fırak-ı dâlle’ tasnifi içinde kalmış kendi duruşunu sözümona asıl duruş olarak takdime hazırlanan entellektüel bir fitne.
Sahip olduğu birçok görüş kadim Mu’tezile imamlarınca dahi kabulü mümkün gözükmeyen, yaşadığı zamanın hâkim zihniyetine yenik ‘modernist’ ve hatta bazı noktalarda ‘ultra-pozitivist’ bir din algısı ve anlayışı, köksüz ve nevzuhur değil, köklü ve dahilden bir damar olarak kendini takdim etmek üzere, Mu’tezile’ye yaslanan bir maziyle kendisini resmediyor. Kimi akademik veya entellektüel mecralarda işlenip televizyon ekranları, gazete köşeleri, sosyal medya dahil değişik iletişim mecraları üzerinden kendini daha geniş bir zeminde ifadeye başlayan bu yaklaşıma göre, çağlar boyu Müslümanların büyük kısmı Kur’ân’ı da, sünneti de doğru anlamamış; aklı ve bireyin özgürlüğünü de reddeden bu gayrisahih yaklaşımın hâkimiyeti dolayısıyla, Müslümanlar tarih sahnesinde giderek gerilemiş; şimdiki her türlü felâketin sebebi de işte bu.
Onların iddiasınca, İslâm tarihine ve Müslüman toplumlara hâkim olan bu marazî yaklaşımın en önemli sorumlusu, Eş’arîlik iken, buna karşı aklın ve özgürlüğün kıymetini bilen ama kendisinin kıymeti bilinmeyen Mu’tezile öte tarafta ‘istikametin adresi’ olarak güneş gibi parlıyor…
Akıl, irade, birey, özgürlük, sorumluluk bilinci gibi kavramlarla süslenen bir açıklama çerçevesi içinde Ehl-i Sünnet’in iki ana damarından biri olarak Eşârîliğin yaklaşımını onu ‘Cebriye’ olarak resmedecek bir usulsüzlük ortaya konulurken, aynı yolda iki şerit olan Eş’arîlik ve Mâturîdîliğin arası keskin bir şekilde ayrıştırılarak, Mâturidîlik de Mu’tezile tarafına çekiliyor. Böylece, kader ve cüz’î irade konusu merkezde olmak üzere, Cebriye tefriti ve Mu’tezile ifratı karşısında itidal ve istikametin temsilcisi ve taşıyıcı olmuş Ehl-i Sünnet’in iki ana damarı, iki zıt kampın unsuru halinde yeniden tarif ediliyor. Bu yaklaşıma göre, tarihte olan manzara, kulun sorumluluğunu sıfırlayan Cebriye’nin tefriti ve bunu yanlışlama adına bu defa kulu fiilinin yaratıcısı görecek bir noktaya kadar savrulan Mu’tezile ifratı, yani iki zıt uçtaki iki aşırılık karşısında, Eş’ariye ve Mâturîdiye olarak beliren ki ana damar üzerinden kader ve cüz’î irade konusunda vasatı ve istikameti temsil eden Ehl-i Sünnet şeklindeki çerçeveyi terketmemiz gerekiyor. Onların getirdiği açıklama modeline göre, vasatı, Mâturîdîliği de yanına çektikleri Mu’tezile temsil ederken, Cebriye’den farksız biçimde resmettikleri Eş’arîlik bu vasattan sapmayı ifade ediyor. Yanına Ehl-i Hadis’i de ekleyince, İslâmî düşünce, ilim ve yaşayış mirası içinde taşıyıcı sütunlar olarak hizmet görmüş nice isim ve nice ilim kolaylıkla bu yeni fitnenin üreticilerinin atış menziline giriveriyor!
İslâmî ilimler alanında dahi kendisine giderek genişleyen bir mecra bulmakta olan, entelektüel alanda ise zaten daha da geniş bir taraftar edinmiş bir yaklaşım bu…
Bu yaklaşım, önümüzdeki yıllarda vahiy, akıl, irade, teslimiyet, rıza, hikmet gibi pek çok kavrama bakışta yol açacağı arızaların ötesinde, İslâmî mirasın sahih ve hakkâniyetli bir değerlendirmesi için de ciddi riskler barındırıyor…
Bu yaklaşımın müntesiplerinin, vaktiyle Mu’tezile’nin Abbasî sarayının resmî ideolojisine dönüşüp karşıtlarına ‘mihnet’ uygulanmasından mahcup olmayışına benzer şekilde saklayamadığı bir şekilde ortaya koyduğu ‘Me’mun’unu veya Vâsık’ını arar hali de cabası…
Ama öte tarafta, giderek entelektüel veya akademik mecralarda kalmayıp cami avlularına veya eş-dost sohbetlerine kadar etkisini hissettirecek bu algı ve anlayışın itikad, zihniyet ve amel noktasında vaad ettiği problemlerin ya henüz farkında olmayan veya farkında olsa da ciddiye almayanlar var; yahut bazıları, bu yeni fitnenin farkında olsalar da, Ehl-i Sünnet’in mazisine ve mirasına yakışmayan sığ bir yaklaşım ve kaba bir üslup içinde cevaplar üretirken aslında bu fitnenin ateşine su değil, odun taşıyorlar.
Bir hercümercin içindeyiz velhasıl…
Nicedir dertlendiğim bir meseleyi yazdım; belki devası için duaya ve çabaya vesile olur…