Cesaretle dirayet arasında

ASR-I SAADET’İN büyük olaylarına odaklandığında gözün göremediği nice olay vardır ki, o büyük olaylara nisbetle öyle görülür durumda olsalar dahi, içerdiği ders ve ibretler dolayısıyla onlara onları küçük diye nitelemek insana ağır gelir. Asr-ı Saadet’in hadiseleri içerisinde bir hikmet ve hakikat dersi içermeyen tek olay, tek kare yoktur; lâkin daha büyük olaylar içerisinde, nicesi ya hiç görülmez yahut daha kolay unutulur.

Aynı şekilde, Asr-ı Saadet’e mührünü vurmuş, Resûlullah’a aleyhissalâtu vesselama iman edip, onun getirdiği vahyin davetine icabet etmiş sahabilerin hepsi sahabi olmaları itibarıyla zaten büyük iken, o büyükler içinde derece derece büyüklükler sözkonusudur. Bu minvalde, daha da büyük sahabiler hakkında daha çok şey bilir, ve haklarında daha çok konuştuğumuz için daha fazla ders alıp daha az unuturuz.

Lâkin, ömrün seneleri akıp giderken her yeni sene sahabilere dair de daha önceden bilmediği nice şeyi öğrenir; daha önce bir yerlerde ismine rastlasa da zihninde yer etmemiş bir sahabiyi nihayet farkederiz.

Misâl, hepimiz bir sahabi olarak Hz. Ömer’i çocukluğumuzdan itibaren biliriz de, onun Zeyd isimli bir ağabeyi olduğunu, hatta ağabeyinin ondan da önce Müslüman olduğunu öğrenmek çoğumuza otuzlu, kırklı, ellili yaşlarında nasip olur; hatta bazılarımız Zeyd b. Hattab isimli bir sahabinin varlığından habersiz olarak bu dünyada yaşar ve ölür. Halbuki, ilk Müslümanlardan olduğu gibi, hicret ehlinden, Bedir gazilerinden, Hudeybiye’de Bey’atürrıdvan’da bulunmakla Allah’ın rızasını kazandığı bizzat âyetle teyid edilenlerden (bk. Hucurât, 49:18) biridir Zeyd. Uhud ve Hendek dahil, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın önderlik ettiği bütün savaşlarda bulunmuştur. Katıldığı son savaş ise, Hz. Peygamber’in vefatından hemen sonra, peygamberlik iddia eden yalancı Müseylime ve ordusuna karşı gerçekleşen Yemâme savaşıdır. Gösterdiği büyük gayret ile Müslümanlar aleyhine gelişir durumdaki bu savaşın gidişatının değişmesinde büyük hissesi vardır, Müseylime’nin yanındaki en önemli ismi bertaraf etmiş, lâkin kendisi de şehid olmuştur.

Benzer şekilde, on sene Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın hizmetinde bulunan, 103 yaşında vefat ettiği için en uzun ömürlü sahabilerden biri olarak tanıdığımız ve kendisinden rivayet edilen 2000’in üstünde hadisle, muksirûn (kendisinden en çok hadis rivayet edilen sahabiler) içerisinde üçüncü sırada yer alan Enes b. Mâlik, hakkında en fazla bilgi sahibi olup en çok konuştuğumuz sahabilerden biridir, ama kardeşi Berâ ismi siyer ve hadis kitaplarında geçse de çoğumuzun hâfızasında silinmemek üzere yer etmiş durumda da değildir.

Veya kendi namıma söyleyeyim, benim için öyleydi. Tâ ki, bir vesileyle ona ve hayatına dair ayrıntılı bir malumatla tanışıp, evvelce okuduğum siyer kitaplarında onun isminin geçtiği bazı hatıra ve olayları hayal-meyal hatırlayana kadar…

Tıpkı Hz. Ömer’in ağabeyi Zeyd b. Hattab gibi, hakkında bilgi edindiğim kaynaklarda açıkça belirtilmese de muhtemelen Enes b. Malik’in yaşça ondan büyük kardeşi olan Berâ b. Mâlik de, Resûlullah’ın müminlere önderlik ettiği bütün savaşlara katılmış olmasının yanında, Yemâme savaşının seyrinin Müslümanlar lehine dönmesinin en önemli sebeplerinden biri imiş meğer. Müseylime ve yanındakiler, müstahkem bir kale özelliği taşıyan bir eve sığınıp yüksek duvarları üstünden attıkları oklarla müminlere ölüm yağdırırken, bu durum Berâ’nın akıllara hayret veren kahramanlığı ile son bulmuş. Çok cesur bir sahabi olmasına karşılık zayıf cüsseli biri olan Berâ b. Mâlik bu duruma son vermek için bu kale özelliğindeki evin kapısının içeriden açmak gerektiğini görerek, bunu sağlamak için şöyle bir yol düşünmüş: Mızraklar ucunda havaya kaldırılan bir kalkanın üstünde diğer mücahitler kendisini havaya fırlatacaklar, o da bu şekilde duvarı aşıp bahçeye atlayarak kapıyı açacak.

Neticede Berâ b. Mâlik vücuduna seksenin üstünde yara almasına rağmen bunu başardığı içindir ki, Müslümanlar yalancı Müseylime ile yanındaki savaşçıları bertaraf edebilmiş.

Akla hayret veren böylesi bir kahramanlığı gerçekleştiren Berâ, bir ayı aşkın bir tedaviden sonra iyileşmesinin ardından, Hz. Ömer devrinde yine birçok fethe katılmış ve bütün savaşlarda benzer kahramanlıklar sergilemiş. Ayrıca, hayatta iken Resûlullah’ın “Saçı başı dağınık olduğu, eski elbiseler giydiği için kendisine önem verilmeyen öyle kimseler vardır ki, şöyle olsun diye dua etseler Allah isteklerini geri çevirmez. Berâ b. Mâlik de bunlardandır”[1] övgüsüne mazhar olduğu için, zor durumda Müslümanların kendisinden dua istedikleri bir isim olarak, zorlu Tüster kuşatması sırasında aynı istekle karşılaşınca, Allah’tan onlar için zafer, kendisi için şehidlik istemiş ve Tüster kalesinin Müslümanlarca fethedilmesine karşılık bu savaşta şehit olmuş.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın hususî övgüsüne mazhar olan, bizzat Resûlullah tarafından ettiği dua Allah tarafından geri çevrilmez bir isim olarak bildirilen, Resûlullah’ın kumandanlık ettiği bütün savaşlara katıldığı gibi, onun vefatından sonraki savaşlarda da büyük kahramanlık gösteren bu sahabi, diğer taraftan bu savaşların hiçbirinde komutan olarak görev yapmamış. Dahası, halifeliği döneminde Hz. Ömer Berâ b. Mâlik’i hiçbir seferde komutan olarak tayin etmediği gibi, ordu komutanlarına da mektup göndererek ona bu tür bir görev vermemeleri konusunda uyarmış.

Neden?

Kendisi sıradışı bir cesarete sahip olduğu için, bu cesareti ve gözüpekliği, dahası gözükaralığıyla komutan olarak Müslümanların hayatını tehlikeye atabilecek kararlar alabilir, uygulayabilir!

Dirayetiyle tanıdığımız Hz. Ömer’in çok sevdiği ve takdir ettiği halde Berâ ile ilgili bu tedbiri, bana, en az Berâ b. Mâlik’in o eşsiz, benzersiz, harikulâde cesareti kadar eşsiz ve harikulâde gözüküyor bana.

Bu tedbir, Sünuhat’ın en başında Kur’ân’ın mü’minleri amel-i salihe davet etmekle birlikte bu salih amelleri tek tek saymamasındaki hikmeti izah sadedinde söylediği şu sözün bir teyidi olarak da gözüküyor:

“Kur’ân, sâlihat’ı mutlak, müphem bırakıyor. Çünkü ahlâk ve faziletler, hüsün ve hayır çoğu nisbîdirler. Nev’den nev’e geçtikçe değişir. Sınıftan sınıfa nâzil oldukça ayrılır. Mahalden mahalle tebdil-i mekân ettikçe başkalaşır. Cihet muhtelif olsa muhtelif olur. Fertten cemaate, şahıstan millete çıktıkça mâhiyeti değişir.”

Yani, Berâ’daki bu cesaret ve gözüpeklik elbette büyük bir değer ve fazilettir, ama ancak ‘hususî’ kaldığı, mü’minlerin hayrına bir sonuç verdiği, mü’minlerin hayatını tehlikeye sokacak karar ve sonuçlara yol açmadığı sürece fazilettir. Berâ mücahid bir mü’min olarak, bu cesaretiyle, İslâm yolunda ve mü’minler lehinde büyük hizmetler görür, görmüştür, daha da görebilir. Lâkin, ‘kişiye özel’ kaldığında büyük bir fazilet olan bu nitelik, Müslümanların tamamını ilgilendiren kararlar alan ve uygulayan bir yönetici, komutan vs. için pekâlâ fazilet olmaktan çıkabilir, hatta o konumdaki biri için bir zaaf olarak da değerlendirilmelidir. Çünkü böyle sıradışı bir gözüpeklik, şartları, olayları ve kişileri sıhhatli bir şekilde değerlendirmenin önünde engel teşkil eder. Herkesi kendisi gibi düşünen ve herkesi kendinde olan yetenek ve cesarette görerek şartlara ve kişilere göre yerinde olmayan kararlar veren bir yönetici veya komutan, tekil olarak alındığında fazilet olan bu özelliğiyle, İslâm ve Müslümanlar için büyük yarar umduğu yerde büyük zararların müsebbibi olabilir.

Dolayısıyla, Allah ebeden razı olsun, bu sıradışı kahramanlığı ile Berâ b. Mâlik nasıl güzide bir sahabi ise, hususî kaldığında büyük değer taşıyan bir faziletin umuma ait karar ve uygulamalar sözkonusu olduğunda aksi bir netice verebileceğini ve Müslümanları normal şartlarda öngörülebilir ve kaçınılabilir tehlikelerle yüzyüze bırakabileceğini görüp Berâ hakkında buna göre bir tutum almasıyla da Hz. Ömer bir yöneticide, bir önderde, bir komutanda bulunması gereken dirayeti bize gösteriyor.

Hayata dair büyük bir ders bu; büyük bir şahsî faziletin, yeri ve sınırı belirlenmezse, büyük bir içtimaî zaafa ve zarara dönüşebileceğini de gösteriyor.

Sadece kendimizin değil başkalarının hayatları da sözkonusu olduğunda kararımızı ne şekilde almamız gerektiğine dair de büyük bir ders…

Ve aynı zamanda, Hz. Ömer gibi olabilmenin yolunun nereden geçtiğini gösteriyor.

Demek ki, mü’minlerin başında yönetici olan kişilerin Berâ gibi değil, Ömer gibi olması gerekiyor…

Ve görülüyor ki, kolay Ömer olunmuyor.


[1] Tirmizî, Menâ?ıb 55.

  18.10.2018

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut