ASR-I SAADET’İN büyük olayları içinde, ilk anda, gündelik hayatın sıradan ve küçük bir hadisesi gibi gözükür. Lâkin, içinde Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın olduğu hiçbir olay küçük değildir. İçinde onun da bulunduğu her hadise, zâhiren küçük bir olay gibi gözükse de, nice büyük dersler içermektedir. Bu da, öyle bir hadisedir işte.
Görünüşte, iki insan arasında sıradan bir at pazarlığıdır olup biten. Kaynaklarda adı Sevâ b. Kays olarak bildirilen bir bedevî, Medine’ye iyi yetiştirilmiş güzel bir at getirmiş, Resûlullah aleyhissalâtu vesselam da bu atı bedevîden satın almıştır. Anlaşma tamamdır, sıra devir-teslime gelmiştir. Hz. Peygamber bedevîye atı eve kadar getirmesini, parasını orada vereceğini söyler. Bir an önce bedevîye parasını vermek için kendisi önden hızlıca yürümekte, bedevî ise ağır ağır arkadan gelmektedir.
Böylece, arada hatırı sayılır bir mesafe de oluşur. Önden giden Resûlullah aleyhissalâtu vesselam ile geriden gelen bedevînin bir alım-satıma binaen beraberce hareket ediyor oldukları kanaatini ortadan kaldıracak derecede bir mesafe hem de…
Nitekim, bu sebeple, atı gören bazı sahabiler bedevîye ‘satılık mı?’ diye sorar, ‘evet’ cevabını alınca da pazarlığa başlarlar. Atın yeni taliplerinin Resûlullah aleyhissalâtu vesselam ile anlaştıkları fiyatın üstünde bir rakama razı olduğunu anlayan bedevî, aradaki farka tamah edince, öndeki Resûlullah’a arkadan seslenir: “Şu atı alacaksan al, değilse sattım!”
Halbuki at, zaten satılmıştır. Alım-satımda icap ve kabul tamamlanmış, akit gerçekleşmiş, iş belirlenen yerde atın ve paranın teslimine kalmıştır. Lâkin bedevînin sanki at henüz satılmamış gibi bir tavra yönelmesi üzerine, Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, “Ben onu zaten senden satın aldım ya!” diye cevap verir. Bedevî ise, yeni bir müşteriye satıp cebine üç kuruş fazla para koyma hesabı içindedir. O sebeple, “Ben onu zaten senden satın aldım ya!” diyen Resûlullah’ı yalanlar şekilde, “Vallahi ben onu sana satmadım” diye karşılık verir. Peygamber aleyhissalâtu vesselam, “Bilakis, ben onu senden aldım” diye yeniden teyid eder. Onun bu ısrarı üzerine bedevî kaçamak yol aramaya girişir ve “Şahit getir!” demeye başlar. Ancak pazarlık yapıp anlaştıkları sırada yanlarında bu alışverişe şahit olan kimse yoktur. Dolayısıyla, şahit getiremediği için Resûlullah hâşâ yalancı durumuna düşecek ve bedevî pazarlığı tamamlayıp ona sattığı atı sanki dediği şekilde aslında hiç satmamış gibi üç kuruş fazlasına bir başka kişiye satabilecektir.
Bu durum üzerine, olayın bu son kısmına muttali olan sahabilerden Huzeyme b. Sâbit araya girer ve Resûlullah’a hitaben “Ben şahitlik ederim, siz onu satın aldınız!” der. Halbuki, pazarlık ve alım-satım anında Huzeyme orada yoktur. Bu sebeple, Hz. Peygamber merakla ve hayretle Huzeyme’ye sorar: “Ne ile şehadet ediyorsun?” Huzeyme’nin cevabı manidardır:
“Sana olan tasdikim ile yâ Rasûlallah!”[1]
Bazı kaynaklarda, bu cümlenin biraz daha açılmış halde aktarıldığını görürüz: “Yâ Rasûlallah, ben seni, getirmiş olduğun hakikatlerden dolayı tasdik ediyorum. Çünkü kesin olarak biliyorum ki, sen haktan başka birşey söylemezsin.”
Bazı rivayetlerde ise, Huzeyme’nin “Sana olan tasdikim ile yâ Rasûlallah!” demesi üzerine, anlaştığı kişinin Hz. Peygamber olduğundan habersiz bedevînin şaşkınlıkla Huzeyme’ye, “Bu, Resûlullah mı?” diye sorduğu bildirilir. Huzeyme ise ona “Peygamberini tanımaman, cahillik olarak sana yeter” diye uyarıcı bir cevap vermiş, bedevî bunun üzerine atı sattığını itiraf etmiş, böylece alım-satım en başta anlaştıkları şekilde gerçekleşmiştir.
İki şahit gerektiren bir durumda olaya bu şekilde müdahalesiyle bedevînin işin aslını itiraf etmesine ve meselenin bu şekilde Resûlullah’ın izzetine ve sıdkına yakışır bir şekilde çözüme kavuşmasına olan katkısından dolayı, Hz. Peygamber’in “Herhangi bir kimsenin lehine veya aleyhine Huzeyme’nin şahitlik etmesi yeterlidir” buyurduğu, bundan dolayı Huzeyme b. Sâbit’in ‘zü’ş-şehadeteyn,’ yani ‘şahitliği iki kişinin şahitliği yerine geçen kişi’ diye anılır olduğu, hatta Ensar’ın iki kolundan Evs’in içlerinden çıkan bir kişinin bu özelliğini Ensar’ın diğer kolu Hazrec’e karşı iftihar vesilesi yaptığı; Huzeyme hakkında Resûlullah’ın söylediği bu sözün Hz. Ebu Bekir’in halifeliği döneminde Kur’ân’ın mushaf halinde toplanması sırasında da kritik bir önem arzettiği kaynaklarda anlatılmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursî’nin, her nev’i ve âlemiyle bütün kâinatın o nev ve âlemi âleme mahsus mucizeleriyle Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın risaletini nasıl doğruladığını harikulâde bir tarif içinde anlattığı Mu’cizât-ı Ahmediye Risalesi’nde (Ondokuzuncu Mektub) ise, bu hadise, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın hayatına ve Asr-ı Saadet’in hadisatına nereden bakmamız gerektiğine dair manidar bir örnek olarak sunulur.
Bu harikulâde risalenin, hadise ve siyere muhatabiyette sahip olunması gereken usûl ve ahlâka dair ölçüler içeren “Dördüncü Nükteli İşaret”inin altıncı ve son “Esas”ına şu cümlelerle başlar Bediüzzaman:
“Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselâmın ahval ve evsâfı, siyer ve tarih suretiyle beyan edilmiş. Fakat o evsaf ve ahvâl-i galibi, beşeriyetine bakar. Halbuki, o zât-ı mübarekin şahs-ı mânevîsi ve mahiyet-i kudsiyesi o derece yüksek ve nuranîdir ki, siyer ve tarihte beyan olunan evsaf, o bâlâ kamete uygun gelmiyor, o yüksek kıymete muvafık düşmüyor.” |
İlerleyen cümlelerde şunu da söyler:
“Ve şu kâinatın neticesi ve en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı Kâinatın tercümanı ve sevgilisi olan o zât-ı mübarekin tamam-ı mahiyeti ve hakikat-i kemâlâtı, siyer ve tarihe geçen beşerî ahval ve etvâra sığışmaz.” |
Bediüzzaman’ın, öncesi ve sonrasıyla birlikte bu cümlelerde dikkat çektiği ve bizi uyardığı husus, şudur: Hz. Peygamber’in hayatına dair siyer kitaplarını okurken, keza hadis külliyatlarında ona ve onun zamanında yaşanan olaylara dair rivayetleri mütalaa ederken, “Resûlullah şöyle dedi, böyle yaptı, şu yemeği yedi, bir bedevîyle şu şekilde pazarlığı oldu” gibi hadisatın arasında eğer dikkat edilmezse muhayyilede o bizim gibi, herkes gibi bir beşer olmaktan ibaret bir sima olarak yer edebilir. Deyim yerindeyse, kişi, eğer onun hayatın içinde yaşadığı ve gerçekte hepimiz için yol gösterici örnek olacak o hadiseleri ‘Resûlullah’ olarak, ‘Habibullah’ olarak, ‘sahib-i Mirac’ olarak yaşadığından gaflet ederse, ‘o da benim gibi, ben de onun gibiyim’ diyeceği bir noktaya savrulabilir; muhayyilesi bu anlatılar içerisinde onun ‘beşeriyet’ine dair tahayyüllerin beraberinde ‘risalet’inden sarf-ı nazar edebilir. Dolayısıyla, hadis, siyer, tarih kaynaklarından Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın hayatını ve yaşadığı olayları okurken, zihnin ona bir ‘beşer’ olarak kendi ‘göz hizasında’ bakmakla kalmayıp, ‘Resûlullah’ olarak sahip olduğu o yüksek makama da gözünü çevirmesi gerekir ki, hadisten, siyerden, Asr-ı Saadet’ten dersini tam alabilsin.
Bu olmadığında, hangi asrın insanı olursa olsun kişinin düşeceği durum, Resûlullah aleyhissalâtu vesselama o at pazarlığında bedevînin baktığı yerden bakmaktan öteye geçemeyecektir. Ama bedevî o at alım-satımıyla ilgili niza çıkardığında Huzeyme araya girip alım-satımın Resûlullah’ın dediği şekilde gerçekleştiğine şahitlik edebilmişse, bu, ‘Huzeyme’nin baktığı yer’le ilgilidir. Görünüşte, ortada at mübayaasıyla ilgili bir münazaa vardır; taraflardan biri ‘aldım’ derken, öteki taraf ‘henüz satmadım’ demektedir. Lâkin, o iki taraftan biri, Resûlullah’tır. Mü’minlere âlemler Rabbinin haberini getiren, vahyin elçisi olan, risaletine göklerin ve yerin, taşların ve suların dahi mucizeleriyle şahitlik ettiği, gazve-i Bedir’de Hazret-i Cebrail ve Mikail’in iki muhafız yaver hükmünde yanında bulunduğu, sahib-i Mirac bir zât olarak Resûlullah…
İşte Huzeyme gözü hizasında gördüğü iki kişinin bir at alım-satımıyla ilgili münazaası esnasında, o iki kişiden biri olan Resûlullah’ın, o gözü hizasındaki ‘beşeriyet’ine bakarken ‘risalet’ini, ‘risalet’indeki o bâlâ kâmeti ve yüksek kıymeti de gözünden eksik etmediği içindir ki, bedevînin hâşâ Resûlullah’ı sözünde yalancı çıkarırcasına “Şahit getir!” demesi üzerine, âlemler Rabbinden getirdiği haberi tasdik ettiğim, göklerin haberini getirirken yalan söylemediğine şahitlik ettiğim Resûlullah bir at alım-satımında elbette yalan söyleyecek değildir deyip görmediği o alım-satımda tereddütsüz Resûlullah’ı tasdik edebilmiştir.
Zaten o olayda yaşanan mesele, Resûlullah’la ilgili değildir; bedevînin Resûlullah’a baktığı yerden dolayı o münazaa gerçekleşmiştir.
Dolayısıyla, bu hadiseden bütün zamanların mü’minlerinin çıkarması gereken ders, Hz. Peygamber’e, onun yaşadığı zamana, hadis ve siyer kitaplarında onunla ilgili olarak anlatılan hadisata, bedevînin baktığı yerden bakmamak, bilakis Huzeyme’nin baktığı yerden bakabilmeyi başarmaktır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “İşte, yanlış gitmemek için, her vakit mahiyet-i beşeriyeti itibarıyla işitilen evsâf-ı âdiye içinde başını kaldırıp hakikî mahiyetine ve mertebe-i risalette durmuş nuranî şahsiyet-i mâneviyesine bakmak lâzımdır.”
Huzeyme’nin başardığı şey, budur. Bu başarılamadığı takdirde vuku bulacak şey ise şudur: “Yoksa, ya hürmetsizlik eder veya şüpheye düşer.”
İlgili bahsin devamında, bedevînin baktığı yer ile Huzeyme’nin baktığı yer arasındaki farkı; diğer bir ifadeyle sadece göz hizasından ve ‘beşeriyeti’ cihetinden ona bakmak ile, başını kaldırıp ‘resûlullah’ olarak, ‘hâtemü’l-enbiyâ’ ve ‘sahib-i Mirac’ olarak ona bakmak arasındaki farkı, zihin açıcı iki örnekle daha da açar Bediüzzaman. Hiç hurma ağacı görmemiş birine bir hurma çekirdeği gösterildiğinde, onun bu küçücük odun parçasının aslında her sene yüzlerce kilo lezzetli ve şifalı bir gıda verme istidadında olduğu söylendiğinde buna inanması mümkün müdür? Yahut, hiç tavus kuşu görmemiş biri, bir tavus kuşu yumurtası kendisine gösterilip bu yumurtada muazzam bir güzelliğin saklı olduğu kendisine ifade edildiğinde havsalasının bunu alması mümkün müdür?
Ama o çekirdek ve o yumurta için o söylenen, yüzde yüz doğrudur. Ama bunu, ancak çekirdek ile hurma ağacının, yumurta ile tavusun ilişkisini ve irtibatını kuran başardığı gibi, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın ‘beşeriyet’i içinde ‘risâlet’ini akıldan çıkaramadığı ölçüde kişi onun hayatına ve yaşadığı olaylara gerçekten bakması gereken incelik, yükseklik ve derinlikte bakmayı başarabilir.
Sözün kısası, bu zamanın mü’minleri, yazık ki örneklerini çokça gördüğümüz üzere sırf ‘beşeriyet’ine dönük vurgularıyla Resûlullah’a bakmada, onu bilmede, tanıma ve anlamada ‘modern zaman bedevîleri’ diye anılmayı hak eder duruma düşenlerden olmamak için, Huzeyme’nin baktığı yerden bakmayı bilmeli; bilmiyorsa öğrenmelidir…
------------------------------------------------------------
[1] Ebu Dâvûd, Akdiye 20; Nesâî, Büyû 91.