Altını bakıra bulayanlar

KULAĞIMIZA HERHANGİ bir söz, önümüze herhangi bir yazı geldiğinde, o söz ile murad edilen mânâyı anlamanın bir yolu yordamı vardır. Meselâ, mütekellim-muhatap-maksat-makam; kim kime ne maksatla ne söylüyor, bu dörtlü içinden ilk üçü doğru kavranabildiği ölçüde, dördüncüde büyük ölçüde isabet sağlanır.

Bununla birlikte, her söz, tek bir anlama işaret etmez. Bazan, sözün içerdiği birden fazla anlam vardır, hatta söyleyen tam da böyle bir anlam katmanı içerecek şekilde o sözü söylemiştir. Yahut, sözün odak anlamı bellidir de, bu anlam çerçevesinde söz bir dizi yoruma açık haldedir. Dolayısıyla, tek bir söz, birden fazla yorum ve anlam içerebildiği gibi, genellikle muhataplara kasdettiği anlamdan daha fazlasını düşündürür ve düşündüğünden de fazlasını çağrıştırır.

Yoruma açık, birden çok anlamı içeren bir sözde, anlamı sadece kendi anladığımıza, yorumu da bize ait olanına indirgeyemeyiz. Müzakere dediğimiz şey, istişare dediğimiz şey, bunun için değerlidir; bakışa bakış katmak, sözü daha iyi ve etraflı biçimde anlamak için bize imkân verir. Ama öte taraftan, bu anlam ve yorum çeşitliliği, kimseye ‘atış serbest’ özgürlüğü de vermemelidir. Dedik ya, anlamanın bir yolu, yordamı, usule vardır. Karşınıza çıkan söze, istediğiniz anlamı yükleyemeyiz, istediğiniz şeyi söyletemezsiniz. Dahası, o sözün size düşündürdüğü veya çağrıştırdığı şeyi, sözün muradı, mânâsı, maksadı olarak asla takdim edemezsiniz.

Kadim gelenekten bugüne, ‘anlam’ ve ‘yorum’a dair bir dizi bilim dalı, disiplin ve yöntem ortaya konmuşsa, bir sebebi budur. Çünkü, her sözün ve her metnin karşısında ‘anlaşılamama’ gibi bir meseleden öte ‘yanlış anlaşılma’ gibi bir belâ da vardır ki, ikisi de ‘istifadesizlik’ durumuna işaret eder. Ondan da öte, özellikle muteber bir kişiden sâdır olmuşsa, söze kasden yanlış anlam yükleme gibi, ‘suiistimal’ ve ‘istismar’ kelimeleriyle ancak açıklanabilecek durumlar da zuhur eder.

Usul, bu yüzden çok önemlidir. Usül, anlama çabası içinde olana doğru anlamanın imkânlarını sunarken, istismara meyyal olanlarla sözün arasına engeller koyar. Usulsüzlük, vusülsüzlük üretir.

Her söz ve her metin için geçerli olan bu durum, muteber bir kişiden sâdır olmak cihetiyle ‘kaziye-i makbule’ muamelesi görerek kolayca birçok hayata etki edebilecek sözler ve metinler için daha da önemlidir. Aksi halde, kötü niyetli birileri doğru bir mürşidin adımlarını takip etme niyeti içindeki başka birilerini hem de o muteber mürşidin sözleriyle bambaşka diyarlara götürebilir. Ama elbette, o sözler o diyarı yön olarak gösterdiği için değil; usulsüzlük içinde her söz ve metin istenen tarafa eğip bükülebildiği için. İslâmî ilimler geleneği içinde tefsir, hadis, fıkıh, kelam, edeb, tasavvuf, hangi tarafa bakarsak bakalım usulün, ille de usulün vaz’edilmiş olması bu sebeptendir. Çünkü hak sözlerden bâtıl işler murad edenler eksik değildir, bâtıl işler murad edenlerin hak sözlerle çeldiği zihinler ve gönüller de az değildir. Hem niyeti sahih olanın anlayışının da sahih olması, hem de niyeti bozuk olanın kimseyi yanlış bir yöne sevkedememesi için, önümüze gelen sözü veya metni usulünce, doğru şekilde anlamak gerekir. Diğer taraftan, düşünce ve ifade hürriyeti olmalı, her yorum ve anlayış kendisini bu şekilde müzakere ve murakabeye açık tutmalıdır ki, eksikler tamamlansın, fazlalıklar törpülensin, yanlışlar düzeltilsin. Müzakereye kapalılık, esasen, murakabeye, yani denetime kapalılıktır ve cerbezeli yahut şaşaalı söz söyleyen kişilerin istismarına her zaman açık bir zemin oluşturur.

Bunca sözü niye söyledik?

Her muteber metnin yüz yüze geldiği bu ibtilâ, Risale-i Nur için de geçerli, o yüzden. Dünyevî hiçbir menfaate ve makama yönelmeden, dünyevî hiçbir korku sebebiyle eğilip bükülmeden, ihlasla yaşamış bir mümin olarak Bediüzzaman Said Nursî’nin bilhassa onun eseri vesilesiyle hidayet bulan insanlar nezdinde büyük bir itibarı var da, o yüzden. Durum bu olunca, “Üstad böyle demiş” diye Risale-i Nur’dan herhangi bir cümle, hatta onun hayatından herhangi bir hatıra, dahası bazıları için içinde onun da olduğu bir rüya aktarılması dahi, Bediüzzaman’ın ‘mehenge vurmaya’ dair, ‘bürhan mesleği’ne dair, ‘tahkik’e ve ‘muhakeme’ye dair o kadar ısrarlı vurgusuna rağmen bazılarını o dakika ikna edebiliyor da o yüzden. Durum bu olunca, bir tavır, duruş veya fiil sahibi herkes, uysa da uymasa da Risale-i Nur’dan bir cümleyi aktararak karşısındaki soruyu veya itirazı kolayca bertaraf edebiliyor da o yüzden.

Kimi istikameti şaşmış kişilerin veya oluşumların, kendi çizgilerine müstakim bir hayat yaşamış bir mü’mine ve eserine güya atıfla bir zemin bulma çabası içinde olmalarının sebebi de bu değil midir?

Bediüzzaman’ın “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” sözüne ve duasına rağmen, bir siyasî eğilimi savunmayı veya karşısında olmayı âdeta varoluş gayesi edinmiş kişi ve grupların kesreti de bu sebepten değil midir?

Risale-i Nur’dan bir ölçü edinip o ölçüyle meselâ siyasetle temasının biçimine ve düzeyine dair bir yol çizme çabasında olanların yanında, zaten bir yola yönelmiş olup yöneldiği o yola Risale-i Nur’dan delil getirme çabası içinde olanların mebzuliyetinin sebebi de bu değil midir?

Hem, anlamanın usülüne riayet edilmiş olsa, “Asabiyet-i cahiliye, birbirine tesanüt edip yardım eden gaflet, dalâlet, riyâ ve zulmetten mürekkep bir mâcundur. Bunun için milliyetçiler, milliyeti mâbud ittihaz ediyorlar” sözüne rağmen kim Türkçülüğüne veya Kürtçülüğünü güya Bediüzzaman’a ve eserine atıfla meşrulaştırmaya yeltenebilir? Kim ‘ırkçılık’ diye bir parantez üretip Risale-i Nur’daki bütün milliyetçilik eleştirilerini bu paranteze koyarak Risale-i Nur’a atıfla milliyetçi olmaya kalkışabilir?

Bakırını altına bulayanlar var ortalıkta. Bakırıyla karıştırıp altının da kıymetini yere düşürenler. Ayrıca, suyu bulandıranlar…

Ve bu durum, özellikle sosyal ve siyasî alana ait meseleler sözkonusu olduğunda çıkıyor karşımıza.

O yüzden, içinde çok suiistimale konu edilegelmiş cümlelerin de yer aldığı bir bahsi, ‘nur’cuların elinde ‘topuz’ gördüğümüz bir vasatta ‘siyasete bakışta ve siyasetle temasta ölçü’yü berrak bir şekilde tesbit açısından birkaç yazı boyunca irdeleyeceğiz.

Yani, önümüzdeki yazıların konusu, “Rüyada Bir Hitabe”nin devamı niteliğindeki “Neden geldin geleli siyasete karışmıyorsun?” sorusu ve “Eûzu billâhi mine’ş-şeytâni ve’s-siyâseti” cevabıyla başlayan bahis…

Şimdilik burada bırakalım, Cuma günü bu bahse bismillah diyelim.

Bakalım ayna bize ne söyleyecek?

  11.09.2018

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut