Arşiv

 “Kuşbeyinli” Olabilsek…

Serçenin dünyasını, dünden kalma hüzünlerle,

yarına dair korkular gölgelemiyordu.

Serçe mutluydu bu yüzden.



BİR SÜRE önce, adamın biri öldü. Öyle sıradan biri de değildi bu zât. Bilim–kurgu romanlarını yüzbinlerin okuduğu, hani şu ünlü Isaac Asimov’du. Enva–i çeşit bilimleri yutmuş, şöhretli bir biyokimya profesörüydü. Hele hâfızasına diyecek yoktu. Anlayacağınız, Rabbi, ona muazzam bir sermaye vermişti. Diğer canlılardan farklı olarak aklı vardı. Ona verilenler akılla bitmiyordu tabiî ki: İyi akledebilmesi için bir de kalbe sahip olmuştu. Pek de uzun olmadığını ölümüyle onayladığı dünya yaşamını anlamlı kılabilmesi için kendisine daha bir sürü duygu, ekipman olarak verilmişti. Böylesine donatılmış bir halde, kendisine verilen herşeyi amacına uygun kullanabileceği bir dünyaya doğmuştu. Gözünü ilk kez açtığında küçük dünyasına, göğü yıldızlarla yaldızlanmış; zemini çiçeklerle süslenmiş alımlı mı alımlı bir dünya doğmuştu. Hiçbir şey eksik veya fazla değildi. Herşey yerli yerindeydi. Ona sadece “istemek” kalmıştı. Hem zaten doğar doğmaz “ağlamış”tı. Büyüyüp dillendikçe “konuşmuş” ve nihayet istediğine ulaşmak için “çalışmış”tı. Hepsi de birer istekti. Ve her seferinde de istediği ona verilmişti. Bu isteklerine gelen cevaplar ise hiç ummadığı yerlerden geliyordu. Aslında çocukken bunları düşünmemiş değildi. Ama sonraları nedense bunları unutmuştu. Galiba o, şöhretin zirvesinde, yazdıkları için teşekkür bekleyen ve pekâla alan; ancak aldıkları için teşekkürü unutan biriydi.

Asimov’un yaşadığı gökkubbe altında dünyaya hayat rengi katan başka mevcutlar da vardı. Arısı, böceği, serçesiyle güzel mi güzel bir küreydi dünya. Yine de dünya yüzünde sermayece en zengin olanı insandı. Ve insanlığı sermayesini kullanmasına bağlıydı. Ancak böyle insandı.

İşte Asimov da her insan gibi öylesine yüklüce bir sermayeyle gelmişti. Lâkin yatırım yapamamış, elindekini heder etmişti. Yatırım yapamamıştı, çünkü elindeki sermayeyi amacına uygun kullanmamıştı. Meselâ aklını, onu Veren’in hesabına kullanması gerekirken öyle yapmamış, kendi adına kullanmıştı. Bunun karşılığı olarak akıl, Asimov için, geçmişin sonsuza dek yitirildiğini her defasında hatırlatan ve gelecek denen meçhulün derinlerindeki kor kuyu haber veren bir taciz âleti haline gelmişti. Onun için akıl, bir “vasıta–i nakl–i hüzün” olurken, göz, faniliklerin büyüğüne teleskop, küçüğüne mikroskop olmuştu. Dil, lezzetin zevalindeki elemin kurbanı olmaktan kurtulamamıştı. Halbuki, Asimov’a gözü Veren, gözü, ruha bu enfes âlemin anlamlı manzaralarını seyrettiren bir pencere olarak vermişti. Ne var ki, o, bu amacın dışına çıkmış, böylece o güzelliklerden mahrum kalmıştı. Üstelik bir sürü de zarara uğramıştı.

Oysa, Asimov’la aynı gökkubbeyi paylaşan minik bir serçe için pek öyle ciddi bir problem yoktu. Serçenin dünyasını, dünden kalma hüzünlerle, yarına dair korkular gölgelemiyordu. Serçe, mutluydu bu yüzden. Her sabah gökçekimiyle havalanıp, hayatın cazibesinde rızkını temin ediyordu. Bu arada akıl, göz vs. gibi vergilerini amacına uygun kullanan manzara avcıları için, çok harika tefekkür tabloları da çiziyordu. Ama minik serçe, Asimov’dan farklı olarak, ona rızkı Veren’den bîhaber değildi. Serçenin dünyasında Asimov’unki gibi ayrılık acıları kol gezmiyordu. Çünkü kuştu serçe. Aklı yoktu belki. Ama eminim kendi akılsızlığını —ya da kuşbeyinliliğini— Asimov’un aklıyla değişmek istemezdi. Neden istesindi ki? Ne de olsa, geçmişin hüzünleri ile geleceğin endişeleri, yaşadığı ânı zehirlemiyorlardı. Oysa, Asimov’un hayatı o “akıllılığı” yüzünden ayrılık acıları ve zeval darbeleri ile iyice pörsümüştü. Keza, tüm sevdikleri zamanın geçmiş şeridine gömülmüşlerdi.

Meselâ gençlik, Asimov için kaçmış bir fırsat, yitirilmiş bir hazineydi. Dahası, zaman, yarını bugün yaparken, ansızın, hayatı ölüme çevirebilirdi. Asimov için hayat, zamanın kollarında karanlık ve dalgalı bir denize açılmak gibi birşeydi. İşte böyle bir Asimov, hayattan lezzet alma noktasında serçe kuşuna yetişememişti. Serçe daha az bir sermayeyle daha kârlı bir yatırım yaparken Asimov hesabı müflis bir hâlde vermişti.

Sözün özü, Asimov iki yıl önce yetmişiki yıldır yuvarlanıyordu. Son noktayla buluştuğunda, ne Asimov çıkacak sesin bizim kalemimizde böyle yankılanacağını biliyordu, ne de masmavi gökyüzünde kanat çırpan serçenin, onu Asimov’a tercih ettiğimizden haberi vardı.

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net, Mücahid Bilici



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut