ALTI İSMİ Azam’ ı izah ettiği Otuzuncu Lem’a’nın başında “ İmanın zerre miktarı inkişafı bir hazinedir” der Bediüzzaman. Yirmi Altıncı Sözün Zeylinde de “ Zira bütün mevcudat, esmasının cilvelerine mazhar olan Zat-ı Vacibü’l- Vücudu bulan, her şeyi bulur” ifadesini kullanır.
Yine başka bir yerde “Tevekkül kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve servettir ki hiçbir şey ile değişilmez.” Diye bir cümle kurar Said Nursi.
Onbirinci Sözün sonunda “ Hayatının saadet içinde kemali ise: senin hayatının ayinesinde temessül eden şems’i ezelinin envarını hissedip sevmektir. Zişuur olarak Ona şevk göstermektir. Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir. Kalbin gözbebeğinde aks-i nurunu yerleştirmektir.” Sözüyle de hakikati özetlemiştir sanki.
Hissetmek, sevmek, şevk göstermek, muhabbetiyle kendinden geçmek ve kalbin göz bebeğini aks-i nurunu yerleştirmek; marifetullah, muhabbetullah, lezzet-i ruhiye mertebeleri.
Evet, iman büyük bir hazine; her bir inkişafı ayrı ve katlanarak giden bir hazine. O hazine ne kadar çoksa tevekkül de o oranda artar, kanaat, iktisat da öyle. Zincirler birbirine geçmeli ve birbirinin devamı.
İktisat yok israf varsa, kanaat yok hırs varsa, tevekkül yok benlik varsa; kalp hasta, akıl vesveseli, nefis emmaredir. Gafletin derin uykusunda ahkâm kesmek, ona buna nizamat vermek; boş bir gayret, neticesiz bir eylem, faydasız bir fiildir.
İmanın inkişafı ihlâsın artışı, ihlâsın artışı edebin hayatı bürümesi değil midir? Tevekkülden, kanaattan, iktisattan üryan hayatlar; kalbi sıkıyor, aklı daraltıyor, nefsi dizginlemez kılıyor; sosyal hayat dengesini yitiriyor, şehirler estetiğini, ülkeler güvenirliğini kaybediyor, dünya kaosa sürükleniyor.
Derin kaygı içinde miyiz? Geçen ömürden, kayan hayattan bir türlü hakikat devşiremedim, hakikate ayine olamadım, Ahsen-i takvime bürünemedim diye!
Söner kayar gündemler bize daha mı ehemmiyetli geliyor? Her “an” içinde bir hazine barındırıyor, şems-i ezeliden bir an ayrı kalmak kaybedişlerin en büyüğü, kalbin göz bebeğinde Onun aksini görememe kederi, ne büyük bir keder.
İradeyi tevekküle, kanaati benliğe, nefsi kalbe bağlamayı başardığımızda; ağırlıklardan kurtulmuş, prangaları kırmış, barikatları yıkmışızdır. Bunu yazmak ve söylemek kolaydır da yapmak ve yaşamak zordur. O zordan sonra gelmiyor mu bütün kolaylıklar.
Hadiselerde ve mükevvenatta Esmayı okumak, Vacüb’ül Vücuda varmak; her şeyi bulmak. Bir insan için bundan öte ne ola?
Arabayı dinlediğimiz kadar kalbi dinliyor, evi baktığımız kadar aklımızı kontrol ediyor; tevekkül yolunda kanaatle yürüyor, iktisatla mola veriyorsak; Şems’i Ezelinin nuru hayatımız aydınlatıyordur vesselam.