RAHAT, REFAH, rütbe; bu üç atlı nereye götürür? Bu uç arzuların ucu nereye çıkar, sonu nasıl biter? Hangi nefis istemez bu üçlüyü? Hele üçü bir arada olanı…
Ben istemem diyen nefis, “ben”i eriten nefistir; onda ne rahat düşkünlüğü vardır, ne rütbe sevdası, ne de refah iştiyakı. Rütbeyi elinin tersiyle itmek, rahatı def etmek, refahı terk etmek; zor iş. Hislerin bu yönde iştahlandırıldığı, zihinlerin bununla doldurulduğu, akılların bununla ifsat edildiği demde…
Derdi hakikat olanın, kendi hakikatini keşfetme heyecanı duyanın, âlemin hikmetini anlama cehdi taşıyanın; üç ata gem vurması, dizginlemesi ve yönlendirmesi… Dert odur onun için, derman da derdin içinde…
Rahatı rahatsız etmeden rahata erişilir, rütbeyi terk etmeden hiçlik rütbesine yükselinir, refahı bırakmadan felaha ulaşılır mı?
Nefsiyle zoru olan, zoru başarmanın ilk adımını atmıştır. Ne ki rahat bırakmaz, rütbe ve refah. Bileşik kaplar gibidir bu üçlü, beslendiği yer aynıdır çünkü…
Kenarda durmayı, bir köşede unutulmayı, örselenmeyi kabul etmez rütbe hissi; Önde durmak, görülmek, aranmak varken… Ne ki istiğna, züht?
Refahın varsa var kabul edildiği yerde, yeri ve yurdu yoktur onun. Yokluk sığınılacak yurttur. Kalabalıklar ne işe yarar; yalnızlıklar yurdunda. Çevre esir almak ister oysa, seni oymak ve istediği şekle sokmak diler.
Yolculuk mekânıdır rütbesizlerin. Rahat rahatsız olur yolculuktan, yolcunun refahı mı olur? Niyet ne yolu, yolculuk nereye?
Bu üç ata sahipken kalben terk etmek; yolcu yolunda gidiyordur, varacağı yer rahat, rütbe ve refahtır, asli hüviyetiyle ve devamlı olanıyla…
Bu üç atlı yok olanın buna koşturması boş koşturuş, tehlikeli macera, karanlık yol. Hele pusulasız, rehbersiz, yarensizse…
Yol ola hakikat ola, hakikatte yol alına.