İŞLERİMİZDEKİ DÜZGÜNLÜK, sözlerimizdeki doğruluk ve adaleti netice veren duygularımızın, akletmemizin istikameti; hayat yolculuğumuzda sahih duruşlarımızı belirliyor. Kur'an ayetlerinin istimaket emri, kainat ayetlerinden aldığımız doğruluk dersi, peygamberlerin doğru olana yöneltmesi, vicdanımızın haktan yana olması bizim için bütüncül bir kıvam verici. Ahsen-i takvime giden yol. Kur'an'daki kavimlerin kıssalarını okurken; Kur'an, kainat ve peygamberlerin verdiği istikamet dersine rağmen doğruluktan verilen tavizleri, sapmaları detaylı olarak idrak edebiliyoruz. Bu bağlamda, Hud Suresinin sunduğu anlam okyanusundan bir kaç damla bile insanı hayretlere düşürüyor. Ad kavmi, Allah'ın ayetlerini inkar ediyor, peygamberlerine karşı çıkıyor ve inatçı zorbaların emirlerine uyuyor: "İşte Âd kavmi! Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. O’nun peygamberlerine karşı geldiler ve inatçı her zorbanın emrine uydular!"[1]Ayet ilkin bir manasıyla kainat ayetlerinin inkar edildiğini bildiriyor. Adeta "Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki yanlarına uğrarlar da onlardan yüzlerini çevirerek geçerler."[2] ayetine göz kırpıyor. Serinin ikinci yazısında ifade ettiğimiz gibi doğruluğa kainat tarafından gelen teşviğe aldırış etmeyerek, ondan yüz çevirerek kainat ayetleri göz ardı ediliyor. Seçimlerinde serbest bırakılan insan, iradesini görmezden gelme(teami) perdesine sarf ediyor. Allah'ın rahmetidir ki kainata aldırış etmeme potansiyelinde olan beşere bir de peygamber gönderiyor ki doğrulara gözlerini açabilsin. Bununla birlikte, Ad kavmi peygamberlere de karşı geliyor. Bu anlamda, günümüzde nübüvvetle mücadele eden bütün felsefi oluşumlar da Ad kavminin çizgisini takip ediyor diyebiliriz. Kainat ayetleri, peygamber mesajları es geçildikten sonra vicdan hürriyeti de zorbaların emrine uyarak hapsedilmiş oluyor. Ayet baştan sona doğruluktan sapmayı aşamalı ve detaylı olarak resmediyor. Kainat, peygamber, vicdan topyekün saf dışı bırakılıyor. Şuara ve Hud surelerinden anlaşıldığı üzere Ad mal varlığına, ihtişamlı saraylara, bağ ve bahçelere sahip zengin bir kavimdi. Bu yüzden kibir sahibi olup putlara tapıyordu; zulmederek azgınlıkta bulunuyordu [3]. Neticede de birinci Ad kavmi, Hud(as) peygamberi yalanlayarak helak olmuştur.
Şuayb(as) peygamber de Medyen halkına "Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum. Ben sizin adınıza kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum. Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın(evf fiili). İnsanların eşyalarını (mallarını ve haklarını) eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın"[4] demiştir. Ölçü ve adalet eksenli bir doğruluk mesajı. Hem ölçünüz düzgün olsun, hem de düzgün ölçünüz ile adilane dağıtım yapın! Peygamberin hitabına bakacak olursak, Medyen halkı kurulu fasit düzenlerine itaraz edenin, itikadi, ahlaki ve içtimai yanlışlarını açık yüreklilikte ifade edenin "zayıf", "itibarsız", "yumuşak huylu(halim)" ve "aklı başında(raşid)" birisi olmasına şaşırmıştır: "Ey Şu'ayb! Babalarımızın taptığını, yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor. Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın... Ey Şu’ayb! Dediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Hem biz seni aramızda zayıf görüyoruz. Eğer kabilen olmasaydı, seni taşa tutardık. Zaten sen bizce itibarlı biri değilsin."[5]Medyen halkı böyle bir "aykırılığı" namaz ile ilişkilendirmiştir. "İndirgenmiş Dindarlık"[6] yazısının ilgili paragrafı bu ilişkiyi açıklayıcı niteliktedir:
" Demek ki, Şuayb aleyhisselamın namazı beş vakit içinde dört duvar arasında olup biten bir şey değildir; bilakis onun namazı evinin ve mescidinin hudutlarını aşıp yaşadığı diyardaki bütün adımlarını ve bütün vakitlerini biçimlendiren bir keyfiyettedir. Dahası, kavminin de anladığı üzere, namazda öyle bir keyfiyet vardır ki, yumuşak huylu bir insana haksızlık karşısında tavizsiz bir direnç kazandırıp, aklı başında biri olarak her türlü risk hesabını gözardı ederek hakkı söylemeye ve haksızlıktan men’etmeye yöneltmektedir." Buradan net bir şekilde anlıyoruz ki itibar, güç, akıl, sert mizaç modern cebbarların, dalkavuklarının oluşturduğu "sağlam" networkün duyuları, özellikleri. Bu duyular ve özellikler ile anlaşıp, ortak yaşam geliştirebiliyorlar. Şuayblar da böyle bir network için her zaman bir tehdit konumunda. Şuayb(as) gücü yettiğince kavmini düzeltmek istediğini ifade eder; asıl itibar sahibinin Allah olduğunu hatırlatır. Diğer bir ifade ile halkı ile anlayacağı dilden konuşur; itibar sahibi olmak ise mesele, Allah'ın elçisinin itabarı halkın itibarı ile kıyaslanabilir mi?
Cebbarların emrine uyma hususunda, halkının ileri gelenlerinin Firavun'un emrine uyduklarını öğreniyoruz: "Andolsun, biz Mûsâ’yı âyetlerimizle ve apaçık bir mucize ile Firavun’a ve onun ileri gelen adamlarına peygamber gönderdik de ileri gelenler Firavun’un emrine uydular. Hâlbuki Firavun’un emri doğru değildi." Öyle ki Firavun'un emri doğru(reşid) değildi. Hud suresi doğruluk, istikamet, adalet eksenli olarak peygamber ve halkları arasındaki münasebetleri talim ederek, bütün zamanların insanlarına, müminlerine doğruluk emri verir; zulmedenlere meyletmemeye emreder; aklı başında olanları insanları bozgunculuktan alıkoymaya sevk eder: " ...emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın... Zulmedenlere meyletmeyin... Sizden önceki nesillerden aklı başında kimseler (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan alıkoysalardı ya!"[7] Peygamber haberlerinden "…mü’minlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir"[8] Bize düşen elimizden geleni doğruluk ile yapmaktır. Doğruluk ile yapmayanlara da halimiz ve dilimizle söylemektir: "Bekleyin, biz de bekleyeceğiz"[9].
[1] Bkz. Hud:59
[2] Bkz. Yusuf:105
[3] Ad girdisi, TDV İslam Ansiklopedisi
[4] Bkz. Hud:84,85
[5] Bkz. Hud:87,91
[6] M. Karabaşoğlu, İndirgenmiş Dindarlık, karakalem websitesi
[7] Bkz. Hud:112,113,116
[8] Bkz. Hud:120
[9] Bkz. Hud:122
© 2021 karakalem.net, Harun Pirim