KENDİSİNİ İLGİLENDİRMEYEN işleri terk etmek Müslümanlığın bir gereği. Dünya imtihanımızın açılması, güzel işler yapmamız için[1]. İmtihanda olduğumuz için her anımız çok kıymetli. Gitmekte olduğumuz ahiret yurdu ise çok yakın. Ahiretle aramızda ecel perdesi var ki her an o perde açılabilir. Yaşadığımız bilgi çağında, medya kanalıyla da doğru-yanlış birçok haber alemlerimizi alt üst ediyor. Edindiğimiz birçok alışkanlık, bizi hakikat arayışımızdan uzaklaştırabiliyor. Neticede meşgul ama bir o kadar da müsrif hayatlar. Vaadlerin kol gezdiği ama az bir kısmının hatırlandığı, yerine getirebildiği vasatlar. Vakitli sözleşmelerin istatistiği çıkarılsa, tam zamanında buluşmaların ‘outlier’ kaldığı yoğunluklar. Bir nevi kuşatılmıştık, zorunluluk halleri. Sanki cezanın amelin cinsinden olduğu, kendi ördüğü ve çoğunluğunun bir katma değeri olmayan meşguliyetler duvarına toslayan insan.
İyi işler yapabilmek için gönderildiğimiz dünyanın bu seansında verimli zamanlarımızı arttırmak durumundayız. Verimden kastımız, hayırlarımızı ve iyiliklerimizi, takvamızı arttırabilmek. Bu meyanda nazarlarımızın kendimize dönmesi, enfüse dönüş çok mühim. Böylesine bilgi asrında, kesrete müptela olduğumuz bir halde, alemlerimize giren verilerin yorumlanmasının meyvesi kendimize dönüş olmalı. Bir tasavvuf örneği ile açacak olursak; ileri yaşlarda ihtida eden birisine herkesin çok sevindiği bir ortamda ağlamaya başlayan bir zat vardır. Ağlamasının sebebi ise ileri yaşlarda birinin Müslüman olabilmesi, diğer taraftan yine ileri yaşta başka bir insanın da dinden çıkabileceği anlamını da taşır. Bu muhterem zat için bu güzel olayın aleminde yansıması böyle olmuştur. Kendisini kusurlu bildiği, nefis düşmanını hafife olmadığı içindir ki son nefesine kadar mücadele etmesi gerektiğinin farkındadır. Din yaşanması gereken bir güzelliktir, bütün kazaları karşılayan bir sigorta değil.
Olayları, bilgileri iç alemlerimizde iyiye güzele dönüştürebilmek için en hafif ve rahat insani adım güzel hayaller kurmaktır. Güzel hayaller kuran, ümitvar olur, güzel düşünür. Dimağdaki mertebeleri hatırlayacak olursak; hayal, tasavvur, akıl yürütme peş peşe gelir. İnsana bahşedilmiş en önemli nimetlerin önünde gelir hayal. Bilimlerin, özellikle mühendisliğin özü hayaldir diyebiliriz. Hayal kurmaksızın tasarımlardan, yeniliklerden söz edemeyiz. Einstein(1879-1955)’ın meşhur düşünce deneyleri hayalleri ile başlar. On altı yaşında ışık hüzmesini takip etmeyi hayal eder mesela[2]. İzafiyet kuramına, bilime güzelce bir katkıya hayallerle başlanır. Hayal, tasavvur, düşünme pratiklerinin alemlerimizi ne kadar da zenginleştirebileceği; bizi ilgilendirmeyen işlerden alıkoyabileceği; enformatik cehalet asrında sığınılabilecek bir liman, dönüştürücü bir iksir olabileceğine dair yakında zihnime Yirmi Dokuzuncu Pencere dokundu. Bir bahar mevsiminde seyahat esnasında bir tepeden geçerken nazarına ilişen parlak bir sarı çiçekten bahseder Bediüzzaman. Kırk senelik ömründe, otuz senelik tahsil hayatında öğrendiği ‘nazar’ ile başlayan güzel hayaller, tasavvurlar ve düşünmeler.
‘Bir bahar mevsiminde, garibâne, mütefekkirâne seyahate gidiyordum. Bir tepeciğin eteğinden geçerken, parlak bir sarıçiçek nazarıma ilişti. Eskiden vatanımda ve sair memleketlerde gördüğüm o cins sarıçiçekleri derhatır ettirdi. Şöyle bir mânâ kalbe geldi ki: Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise, elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler Onun mühürleridir, sikkeleridir.’[3]
Çiçek sadece bir çiçek verisi olmaktan çıkıp şahsi alemine ne kadar zenginlik katıyor. Hayatı boyunca tahsiliyle, cehdiyle kuşandığı tevhid nazarı, tek bir sarı çiçekle bütün sarı çiçekleri hatırına getiriyor. İkinci Şua’da da benzer okumayı görebiliyoruz. Tevhid nazarıyla bakmanın insanın şahsi aleminde meydana getireceği etkiyi analiz eden ilgili risalenin en temel cümlelerinden birisi şudur: ‘Tevhid ve vahdette cemâl-i İlâhî ve kemâl-i Rabbânî tezahür eder. Eğer vahdet olmazsa, o hazine-i ezeliye gizli kalır.’[4] Bu talim iledir ki sarı çiçek, sarı çiçeklerin birliğine ve birliğin sahibine intikal ettirmiştir. Devamında hayal devreye girer ki çiçeği bir mühür gibi hayal eder Bediüzzaman. Bu hayal ile bütün yer yüzündeki sarı çiçekler mühür gibi gözükür. Daha sonra dimağın bir üst mertebesi olan tasavvur eder ki mühürlenmiş mektubun mektup sahibini gösterdiği gibi şu sarı çiçek de Rahman’ın bir mührüdür. Tepe de üzerinde çeşitli bitkilerle yazılmış manidar bir mektuptur. Benzer bir tasavvur ile tepecik de bir mühürdür ve bulunduğu ova Rahmani bir mektuptur.
‘Şu mühür tahayyülünden sonra şöyle bir tasavvur geldi ki: Nasıl bir mühürle mühürlenmiş bir mektup, o mühür, o mektubun sahibini gösterir. Öyle de, şu çiçek bir mühr-ü Rahmânîdir. Şu envâ-ı nakışlarla ve mânidar nebâtat satırlarıyla yazılan şu tepecik dahi, bu çiçek Sâniinin mektubudur. Hem şu tepecik dahi bir mühürdür. Şu sahrâ ve ova, bir mektub-u Rahmânî hey'âtını aldı.’
Bu tasavvur sonrasında dimağda bir üst mertebeye çıkarak akıl yürütmeye başlar. Her bir şey Rabbani bir mühürdür ki bütün her şeyi yaratıcısına dayandırır ve kendi katibinin mektubu olduğunu ispat eder. Her bir şey öyle bir tevhid penceresidir ki bütün her şeyi Vahid-i Ehad’e mal eder. Her şeyde görülen muhteşem sanat ve nakış mühür gibidir. Böyle bir mührü yapan, mührü üzerine bastıklarını da yapabilir. Mühür ve mektup elbette ki tek elden çıkmaktadır. Demek ki bütün eşyayı yapamayan bir tek şeyi icad edemez.
‘İşbu tasavvurdan şöyle bir hakikat zihne geldi ki: Herbir şey, bir mühr-ü Rabbânî hükmünde, bütün eşyayı kendi Hâlıkına isnad eder, kendi Kâtibinin mektubu olduğunu ispat eder. İşte, herbir şey öyle bir pencere-i tevhiddir ki, bütün eşyayı bir Vâhid-i Ehade mal eder.
Demek, herbir şeyde, hususan zîhayatlarda öyle harika bir nakış, öyle mu'cizekâr bir san'at var ki, onu öyle yapan ve öyle mânidar nakşeden, bütün eşyayı yapabilir. Ve bütün eşyayı yapan, elbette O olacaktır. Demek bütün eşyayı yapamayan, birtek şeyi icad edemez.’
Bizim için yerinde bir nazar ile güzelce hayal kurarak manidar çıkarımlar ile marifet geliştirebileceğimizin örneği. Meşguliyetler, üzücü hadiseler, bilgi bulutları asrında zamanı zamansızlaştırmak için kendimize dönebilmek için hayallerimiz güzel olsun.
[1] Bkz. Hud:7
[2] https://www.fizikist.com/einsteinin-5-cilgin-dusunce-deneyi/
[3] Said Nursi, Sözler, Otuz Üçüncü Söz, Yirmi Dokuzuncu Pencere
[4] Said Nursi, Şualar, İkinci Şua
© 2021 karakalem.net, Harun Pirim