Arşiv

 Örümcek Ağına Takılmış

ONU SİSLER arasından yeni yeni sıyrılmaya duran bir küçük vadide, henüz yeni diklenmeye başlamış genç bir kavak ağacının nemli yaprakları arasında farkettiğimde, güneş henüz yükselmişti. Aslında, ilk farkettiğim, havada asılı duran su damlacıklarıydı. Duru parıltılarıyla sanki gözlerimi yapraklar arasına çağırıyorlardı. Parıltıları biraz daha dikkatlice izlediğimde, onu, yani çok sayıda çapraz hatlar üzerinde iç içe daireler halinde örülmüş örümcek ağını farkettim. Sabah melteminin dokunuşuyla yavaş yavaş salınıyor, güneş ışığını yansıtan belli bir açıya geldiğinde birden tüm ihtişamıyla ortaya çıkıyor, açısını değiştirdiğinde yine birden kaybolup sanki gün ışığının içinde eriyordu. Ama şebnemler onu ele veriyordu.

Bir süre, boşuna, onu ağının yanındaki yapraklarda aradım. Neden sonra, ağın bir kenarından hemen birkaç metre uzaklıktaki diğer kavak ağacına doğru uzanan ince bir iplik gözüme çarptı. Evet, kimi örümceklerin ağlarının yanında beklemeyip, ağlarına buna benzer bir hat çekip başka bir köşede ağlarındaki titreşimleri haber aldıklarını duymuştum. Anlaşılan, o da şimdi diğer ağacın yaprakları arasında keyifle seyrediyordu.

Şimdi, ağına şöyle salıncak gibi tutunup yapraklar arasından aşağıya doğru kaysa ve konuşabilse veya biz onu anlayabilseydik neler derdi acaba? “Beni en son unutulmuşlar, terkedilmişler ve sıradan şeyler arasında anmıştın” der miydi sitem dolu? Nicedir ancak büyükçe bir ilgisizlik, haksızca bir küçümseme ile baktığım ağlarının hiç de değersiz, küçük, sıradan, özensiz şeyler olmadıklarını mı haykırırdı?

Yol arkadaşımın biraz önce Mektubat’tan okuduğu pasajı hatırlamaya çalıştım: “....hayvanat ve nebatatın icadında, gözümüzle görüyoruz, hadsiz bir sehavet ve kesret içinde, nihayet derecede bir itkan, bir hüsn-ü sanat bulunuyor. Hem nihayet derecede karışıklık ve ihtilât içinde, nihayet derecede bir imtiyaz ve tefrik görünüyor. Hem nihayet derecede san’atça kıymetdarlık ve hilkatça güzellik bulunuyor...”

Bu üç cümlenin birinci yarılarındaki kelimeleri bir yanıma, ikinci yarılarındakileri bir yanıma alıp örümcek ağını tartmaya çalıştım. Evet, ‘sınırsız bir bolluk’ ve ‘çokluk’, ‘karışıklık’ ve ‘karmaşıklık’, ‘her yerde bolca bulunmak’...Hepsi de özellikle örümcek ağları için söylenmiş gibiydi. Peki ya, ‘özenli oluş’, ‘güzellik’, ‘ayrıcalıklı oluş’, ‘yeganelik’, ‘kıymetdarlık’ ve ‘hilkatça güzellik’…? Kendi dar dünyamın alışkanlıkları bolluk, karmaşıklık ve karışıklık içinde olanları sıradanlığa, değersizliğe, özensizliğe itiyordu. Oysa, hiçbir örümcek, ördüğü hiçbir ağı sıradan, değersiz ve özensizce örmüşe benzemiyordu. Gerçekte, o cümlelerin ikinci yarısına geçemeyen bendim. Cümlelerle örümcek ağını tartayım derken, farkında olmadan kendimi, kendi bakış açımı tartmıştım. Sonuç: Benimkisi oldukça sıradan, değersiz, özensiz ve terkedilmesi, bir kenara bırakılması, tozlanıp paslanması gereken bir bakıştı.

İncecik örümcek ağının üzerine basa basa, cümlelerin karşı yakasına geçmeye çabalarken, bir hayali örümcek, “Evvela, bizim ağlarımız hiç lüzümsuz şeyler değil,” diye söze girdi. “Öyle olsaydı, yüzyıllardır kırkbinden fazla örümcek türü onları sabırla örüyor olmazdı. Kırkbin çeşit örümceğin sayısız defa tekrarladığı bu sözü bir dikkatsiz bakışa feda etmek niye?”

Anlattıklarına göre, ağları, onların tuzakları olurmuş. Yiyecekleri olan böcekler ve sinekler o ağlara takılırlarmış. Ancak, her avcı gibi örümceklerin de işi pek kolay değilmiş. “Öyle sizin sandığınız gibi, her sinek, böcek kendiliğinden gelip kolayca ağa takılmıyor” diye hatırlattı. Bunun için, ağın mimarisi, yerleşim yeri, örme zamanı, dış şartlara karşı davranışı, ağ ipliklerinin yapısı gibi birçok şey ustaca, özenle, incelikle hesaplanmalıymış.

“Etkili bir tuzak olmanın ilk şartı, tüm hızıyla ağa çarpan bir sineğin veya başka bir böceğin çarpma enerjisinin ağ üzerinde tüketilmesidir” diye bilgiçce sürdürdü konuşmasını. Aslında, kendilerine göre, bir güdümlü füzeden farksız olan bir sinek pekala ağları parçalayıp karşı tarafa geçebilirmiş. Kaldı ki, sineğin sadece durdurulması değil, ayrıca örümceğin onu gözleyip ısırabilmesine müsaade edecek kadar uzunca bir süre de ağda tutulması gerekirmiş. Kimi örümcekler işin bu kısmını üç boyutlu ve çok karmaşık bir ağ örerek çözerlermiş. Sinek ilk çarptığı ipliği kırsa bile sonrakilere takılıp kalabiliyormuş. Oysa, benim o gün tanıdığım örümceğin ağı iki boyutlu ve daire şeklindeydi. Sineğin çarpacağı sadece tek iplik vardı. Bir sineğin onu koparıp geçmesi işten bile değildi. O halde, kurucu hatlar üzerine iç içe örülmüş yakalama ipliklerinin bir sırrı olmalıydı.

Elimden tutan hayalî arkadaşım ağlar boyunca dolaştırdı beni. İpliklerin oldukça karmaşık, incelikli yapısını ve üretim şekillerini… şimdilik atlayıp, dikkatimi çeken ilk şeyi kaydettim: Yakalama iplikleri büyük çaplı gerilmelerde oldukça sert, küçük çaplı gerilmelerde ise, tam tersine, yumuşak ve olabildiğince elastikti. “Büyük gerilmelerde sert olmalı, elbette!” dedi heyecanla. “Çünkü, hızlıca bir sineğin çarpması veya ağırca bir böceğin veya çöpün düşmesiyle veya rüzgârın zorlamasıyla kopmamalı.” Peki, küçük çaplı gerilmelerde niye yumuşaktı? O da bir başka incelikmiş: “Ağa çarpan sineği düşün. Tam çarptığı noktada küçük çaplı bir gerilme olur. Eğer buradaki gerilmede de, iplik sert olursa, yani gerilir gerilmez hızla geri büzülürse, sinek bunu bir tramplen gibi kullanarak geri sıçrar ve ağdan kurtulabilir.” Bunun dışında ağ ipliğinin elastik olmasını gerektiren bir faktör de, ağın dal ya da yaprak veya küçük otlar gibi sabit olmayan sürekli hareket halindeki tutanaklara iliştirilmiş olmasıydı. Yoksa, rüzgârların sürekli savurması yeterince elastik olmayan bir ağı yerinden söküp atabilirdi. Ancak bu elastikliğin asla ağın gereksiz miktarda sarkmasına sebep olmaması gerekiyordu. Çünkü, işi gereği zaten oldukça yapışkan olan ve etkili olabilmesi için olabildiğince birbirine yakın olması gereken yakalama ipliklerinden birinin sarkarak, diğerine yapışması ve onu da sarkıtarak üstüste katlanıp dolanmaları, ağ üzerinde, muhtemel avın kaçabileceği bir gedik açabilirdi.

İşte bu yüzden, daire ağın, avının kinetik enerjisini emecek kadar kolay şekil değişikliği gösterebilen, ama aynı zamanda hiç sarkmadan hemen eski şeklini alabilecek sertlikte yakalama ağlarının olması gerekirmiş. Oldukça zor olan böylesi bir birliktelik meğer sadece daire ağına mahsusmuş. Dediğine göre, meselâ kendi ağındaki kurucu iplikler oldukça güçlüymüşler, ama normal uzunluklarının dörtte birinden fazla gerildiklerinde genellikle koparlarmış. Kaldı ki, küçük gerilmelerde oldukça sertken, büyük çaplı gerilmelerde ise asıl uzunluklarını almaları hayli vakit alırmış.

Oysa, daire ağın yakalama iplikleri, hiç sarkmadan asıl uzunluklarından oldukça küçük bir uzunluğa kadar büzülürken, hiç kopmadan asıl uzunluklarının dört katına kadar gerilebiliyorlarmış. Sohbetin burasında, birden gözleri parladı. Biraz önce beni oraya çağıran su damlacıklarının parıltısına dikmişti gözlerini.“Biliyor musun,” dedi, minnetdarlık içinde, “o damlacıklar orada tesadüfen bulunmuyorlar.” Meğer, yakalama ipliklerinin sırrı da o damlalardaymış. Anlattığına göre, onlar, yani bahçe örümcekleri (nam-ı diğer, A. dijadematus) ağlarını örerken, ipliklerini karınlarındaki bir bezden salgıladıkları ince bir yağ tabakasıyla sararlarmış. Suyu emici özellikte olan bu tabaka sabahın nemli havasından rahatça su çeker, ve çeker çekmez küçük damlacıklara dönüşüp iplikler boyunca bezelye taneleri gibi dizilirlermiş. Bu yüzden olsa gerek, bahçe örümceği, “Bizden ağlarımızı sabah erken örmemiz istenir” diye hatırlattı.

Bir hatırlatma da benden: Kimyacıların yaptıkları analizlere bakılırsa, bu yağlı tabaka hem küçük glikoprotein molekülleri içerdiği için yakalama ipliklerinin yapışkanlığından sorumluymuş, hem de bu glikoproteinlerin gömülü bulunduğu birbirine çok benzeyen beş çeşit aminoasitten yapılan solüsyonu ile tüm ağ boyunca örümceğin sinirsel iletişim aracı oluyormuş. Yine, kimyacıların ancak bir kısmını açıklayabildikleri kadarıyla, ağın su çekmesi, kuru iken normal olarak sert olan ve dolayısıyla gerilmeye direnen ve gerilirse de sarkık kalan yakalama ipliklerinin oldukça kolay şekil değiştirebilir hale dönüşmesine neden oluyormuş. Araştırmacılar, yakalama ipliğini oluşturan iki ana iplikçikten ve su damlacıklarından “Bir tür manivela sistemi —iki halatı ve bir makarası olan bir çıkrık—” diye söz ediyorlar. İki ana iplikçik halat, sulu yağ kabarcıkları birer makara işlevi gördüğünden, olağanüstü bir esneklik sergiliyorlarmış. Böylece çok rahatlıkla şekil değiştiren iplikler, çok fazlaca gerilebildikleri halde, kabarcıklardaki suyun yüzey gerilimi ile, gerilme sırasında açılmış olan ana iplikçikler hemen geri sarılır ve çok kısa zamanda—yani sarkık kalmadan—iplik eski uzunluğuna inermiş. Yani, tüm ağın her gerilip büzülmesinde, kabarcıklar içinde yumak halinde bekleyen iplikler önce çözülüp sonra geri sarılırmış. Böylece, tüm ağ sistemi, suyun yüzey gerilimi altında, her an şekil değiştirmeye, ama bir o kadar da hızla geri büzülmeye hazır halde beklermiş. Sineğin kinetik enerjisi aslında, tek bir iplik tarafından değil, tüm sistemi tarafından emilirmiş.

“Ama, bu arada, sineğin kinetik enerjisinin ısıya dönüşeceğini unutmamak gerek” dedi bahçe örümceği. Aslında bu da onların lehine idi. Çünkü elastiklik özelliği ısıya bağımlıdır. Yani sıcaklığı artan birşeyin elastikliği, yani gerilme ve büzülme hızı da artar. Burada da, sineğin kinetik enerjisinin ısıya dönüşmesiyle ana iplikçikler ısınıyor, bir bakıma sinek kendi tuzağını kendi güçlendirmiş oluyordu.

“Ama,” diye tekrar düşüncelerimi böldü. Sineği unutmuş gibiydi. “Benim işim sadece sineklerle, böceklerle değil.” Yavaş yavaş ağlarını toplamaya, hızla yapraklar arasına yükselmeye başladı. Giderayak fısıldadı: “İsterim ki tüm gözler, gönüller de ağıma takılsın. Ördüğüm ağdaki güzelliği, inceliği, özeni, yeganeliği görsünler. Bolca ama özenle, güzellikle; karışıklık içinde ama ayrıcalıklı, eşsizce; çokça ama kıymetdarlık içinde Yaratan’ı görsünler. Bir ağıma baksınlar, bir bana. Ben akılsız bir mahlukum, ama ağım çok harika. Baksınlar ve düşünsünler. Sebep âciz, sonuç ise mükemmel. O halde...” Ben cümleyi tamamlamaya çalışırken, son defa muzipçe gülümsediğini hatırlıyorum: “Bugünkü avım sensin!”

O yapraklar arasında kaybolduğunda bir şebnemlere, bir de güneşe baktım. Güneş biraz daha yükselmişti.

Ve, sis dağılmıştı...

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net, Senai Demirci



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut