GEÇTİĞİMİZ CUMA günü Yeni Zellenda Christchurch’ün iki mescidinde insi bir şeytan tarafından şehit edilen kardeşlerimize Rabbi Rahimimizden rahmet, mağfiret dileyerek başlamak istiyorum. Yazının başlığıyla da ilişkili olarak; onlar Allah’ın izniyle vahşet görüntüsünün altında, insani terakkilerinde dünyada kalsalar belki de elde edemeyecekleri lütuflara mazhar oldular. Şu nebevi müjdeye masadaktırlar inşallah:
‘…Mescide giden kimseye, öldüğü takdirde, Allah cennete koyma hususunda garanti vermiştir…’[1]
Söylenebilecekler ekseriyetle söylendi. Özel dua vakitleri bu hadiseler. Fitnelerin katmerli olduğu günler; sabır günleri, daha da çok hakkı ve sabrı tavsiye etme zamanı. Dini, etnik kılıflarda sunulan bütün milliyetçi söylemlerle mücadele etme zamanı. Yine adalet, yine suçun bireyselliği, yine tahkik, yine zalimane genellemelerden kaçınma zamanı. Samimi olarak bütün bu yaşanılanlarla mücadele etmek istiyor isek bu hadiseleri tetikleyen zihniyetleri telkih eden felsefeleri deşifre edip; o karanlıklı felsefelere Kur’an nurları ile mukabele etme zamanı. Kendimizden başlayarak, kuvvete bedel hakkı, şahsi menfaate bedel faziletli olmayı, hayatta mücadele paradigması yerine yardımlaşmayı, milliyetçilik yerine vatan, şehir, sınıf gibi benzer komşuluklarda bulunma, iman kardeşliği gibi rabıtaları, heva ve hevese hizmet etmeye bedel ruha, akla, fikre hizmet etmeyi öncelemek zamanı.
Şüphesiz insan bu dünyada her vesile ile sınanmaktadır. Bu sınanmalar ile insan için terakki ya da tedenni yolları açılmış. Din bir teklif olarak duruyor her insan için. İşarat’ül İ’caz tefsirinde[2]
‘Allah, bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. Küfre saplananlar ise, “Allah, örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?” derler. (Allah) onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla ancak fasıkları saptırır.’[3]
mealindeki ayetin bir açıklaması olarak istidatların ayrıştırılması, teklif, din, tekemmül ve insanın saadeti kavramları kullanılır. Hz. Adem(as)’in dünyaya gönderilme hikmeti, insanın manevi terakkisini, istidatlarının açılmasını, Allah’ın isimlerine ayna olmayı içine alan vazifelendirmedir. Allah’ın hikmeti makamları sabit meleklerden farklı olarak, Hz. Adem’i nihayetsiz makamları kat edebilecek insanın istidadına uygun bir teklif yeri olarak Dünya’ya gönderdi. Böylece insanlar için müsabaka meydanı açılmış oldu. Kur’an ve kainat kitabının ayetleri insanların tercihlerini takdir edip, potansiyel makamlarına doğru yürüyebilmeleri için akıllarına kapı açıp, tercihlerini ellerinden almadı. Kainat ayetleri herkes için apaçık mucize olsa idi, Kur’an ayetleri anında herkesin hidayetine vesile olsa idi, imtihanın, teklif sırrının bir esprisi kalmazdı. Akıl ve irade kullanmayı gerektiren teklif bertaraf olurdu.
Allah, insan ruhuna ektiği sayısız kabiliyet tohumlarının sulanması ve açılması için insanı teklif ile mükellef kılmıştır. Kabiliyet tohumlarının sulanmasına ilişkin Tuluat’da ifade edilmiş:
‘Fıtrat-ı insan bir mezraa hükmündedir ki, secaya-yı hasene temayülat-ı şerriye ile beraber, daneler gibi dest-i kaderle içinde ekilmiştir. Bu daneler neşv-ü nema bulmak için bir suya muhtaçtır. Hevadan gelse, şer daneleri neşv-ü nema bulur. Şimdiki şu medeniyet-i habisenin heyet-i içtimaiyeye verdiği tesir gibi... Fıtraten -çendan- hayır ciheti galibdir, fakat sünbüllenmiş, semere vermiş on çekirdek; yüz değil, bin kurumuş çekirdeğe galebe eder. İşte şunun çaresi: O bâb-ı fitneyi kapatmakla, suyu Hüda tarafından vermek lâzımdır.’[4]
Yukarıda veciz bir şekilde analiz edildiği üzere, insanının fıtratı bir tarla gibidir ki içinde iyi seciyeler ile kötü meyiller kader eliyle ekilmiştir. Bu seciye ve meyil tohumlarının açılması, sümbüllenmesi için sulanması gerekiyor. Heva ve heves yoluyla sulanırsa kötü tohumlar açılıyor ki şimdiki habis medeniyet heva ve hevesleri kullanarak toplumdaki kötü tohumları açmıştır. Ayrıca dikkat edilmesi gereken husus şudur ki yaratılışta hayır yönü hakim olsa da kötülük tohumları sulanırsa sümbüllenmeleri ile diğer tarafta kuru kalmış iyilik tohumlarına galip gelebilir. Bu yüzden yazının girişinde ifade ettiğimiz heva ve hevese hizmet etmeye bedel ruha, akla, fikre hizmet etmeyi öne çıkarmamız gerekmektedir. Aksi halde fitne kapıları açılmaya devam edecektir. Stanislaw Jerzy Lec’in ifadesiyle ‘yamyamın kaşık kullanması terakki midir?’ sorgulamaları kaçınılmaz olacaktır. İnsanın kendisinde ekilmiş istidatların güzelce açılmalarıyla terakki edebilmesi ve kainattaki tekâmül kanuna ayak uydurması, öncülük etmesini bir sonraki yazıya erteleyelim.
[1] Ebu Davud, Cihad, 10, 2494
[2] Said Nursi, İşarat’ül İ’caz, Bakara Suresi
[3] Bkz. Bakara:26
[4] Said Nursi, Tuluat
© 2021 karakalem.net, Harun Pirim