Kapalı Kapıların Ardından(I)

Harun Pirim

OTUZUNCU SÖZ’DE ifade edilen kainatın kapılarının hakikatte kapalı iken görünüşte açık oluşu, önümüzde sürekli örülen, yıkılan bir duvar gibi. Benliğin sahiplenişleriyle, enenin kalınlaşması ile yüzeysel bir kainatta görüntü eksenli hayretsiz yaşamlar ortaya çıkıyor. İnsanın trajedisi gerçekten. O kadar hassas bir kıvamda yaratılmışız ki emanet olarak verilen ene kalınlaştıkça esaret altına alıyor, ilkin sahibinin duygularını kontrol ediyor, sonra etrafına ördüğü dünyasında, kainatında hakikatinin kapalı kapıları ardından plastik anlamlar devşirmeye çalışıyor. Enenin bu durumunu, Yüzüklerin Efendisi’ndeki yüzüğe, ‘kıymetlim’e benzetirim. Anlık zaaflarımızı örtmek için kullandığımız, hakikatte bir görünmezlik, ademilik aleti. Kullandıkça bizi insaniyeten daha da zayıflatan bir alet.

Belgeselinden görseline birçok vesile ile kainatı gözlerimizin önüne getiren uzmanlar, profesyoneller, yaptıkları kainat okumaları ile içimizi burkar. O güzelim tevhid delilleri, o gözlerde abesiyete dönüşmüştür. Enenin mahiyetini doğru anlayıp, ona göre hareket eden ‘nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir’ müjdesine dahil olurken, enenin kalınlaşması ‘onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır’ hükmüne yanaştırır. Şems Suresinin dokuzuncu ve onuncu ayetleri, enenin iki veçhini bize talim eder. Geçen yazımızda tefekkür edebilmek için enenin dokuzuncu ayet ile talim olunan veçhinde durmak gerektiğini ifade etmiştik. 21. Lem’a İhlas ve 11. Söz risalelerinin girişlerinde, bu ayetlerin güneş gibi parlaması manidardır.

Şems Suresi ilgili ayetlerinin ışığıyla yazılan 11. Söz, bize enenin doğru konumlandırılmasıyla kainatın hakikatte kapalı olan kapılarının insana nasıl da açıldığını; hayatın, kainatın, yaratılış muammalarının anlaşılabildiğini anlatır. Ahsen-i takvim yolunu gösterir. Afaktan gelen deliller hikmete, marifete dönüşür. Koskoca kainat, Sultanını tarif eden bir saraya dönüşüverir. Öyle bir saray ki her bir menzilinde kullanılan nihayetsiz ilim ve eşsiz güzel sanatlar; sanatkarlarını tarif eden, saltanatının haşmetini gösteren levhalar olur. Anlaşılır ki cemal ve kemalini görmek ve göstermek istiyor Sultan.

‘Güneş, ziya vermeksizin mümkün değildir. Öyle de uluhiyet de, peygamberleri göndermekle kendini göstermeksizin mümkün değildir.’[1] Uluhiyet, rububiyet, rahmet, inayet, hikmet, adalet gibi sıfatları, şuunatı (Yapılmış sanatlı bir eser sanatkarı hakkında çok şey söyler. Esere odaklandığımızda, o eserin yapılması için gereken fiilleri düşünürüz. O fiilleri tetikleyen ise failin isimleri, ünvanlarıdır(yapıcı, döndürücü gibi). O isimleri tetikleyen ise müsemmanın sıfatlarıdır(ilim, irade, işitmek gibi). O sıfatların arkasında ise mevsufun şuunatı(rububiyet, uluhiyet gibi) vardır.) anlama yoludur, hayat yolumuz. Müşahede ettiğimiz eserlerin arkasında işleyen fiillerin, isimlerin, sıfatların, şe’nlerin ve zatın dosdoğru tanınabilmesi, anlaşılabilmesi en yüksek seviyede bir rehber ile mümkün olabilir ki öyle bir rehber başta Peygamber Efendimiz(sav) ve diğer peygamberlerdir.

11. Söz’deki temsili hikayede o muhteşem saraya seyir, tenezzüh ve ziyafet için davet edilen aklı başında kalbi yerinde(eneyi doğru konumlandırıyorlar) olan birinci kafile, sarayın içindeki acayipliklere baktığı zaman bu yapılışların, güzel sanatlı dinamizmin beyhude, boş olmadığına kanaat eder. Rehberin sözünü işittiğinde ise sarayın tanınması, gizemlerinin anlaşılması, sarayı yapanın marziyatının bilinmesi için gereken anahtarların rehberde olduğunu anlar ve ‘şöyle bir muhteşem sarayın, senin gibi sadık ve müdakkik bir muarrifi lâzımdır’ diye idrak eder.

Hayat serüveninde bu yoldan giden bir insan başta sıdk, adalet, takvasının ve beraberinde çalışmasının, mücahedesinin, sabrının yoldaşlığıyla hakikatte kapalı olan kainatın kapılarını aralıyor, açıyor. Anlıyor ki yaratılış esprisinin anlaşılması, maksatlarının meydana gelmesi için

1-Rehber(peygamber) olmalıdır. Aksi halde maksatlar anlaşılmaz, beyhude olur. ‘Anlaşılmaz bir kitap, muallimsiz olsa, mânâsız bir kâğıttan ibaret kalır.’ Günümüzde birçok rehbersiz uzmanın kainat sayfalarından anlam devşirememesi, hatta sayfa olarak konumlandıramayıp abes, boş telakki etmesi ibretliktir. 11. Sözün devamı olan 12. Söz bu konuyu derinlemesine işliyor.

2-Kafile, ahali tarif edici üstadın, rehberin sözünü kabul edip dinlemelidir.

Haftaya devam edelim…

Peygamberi dinleyip, Kur’an’a kulak verince; her türlü ibadetin fihristi olan namaz ile ‘yakınlaşabilmek için namaz’ yazısında ifade ettiğimiz üzere insanın nazarı kainatı bir saray ve bir kitap olarak görebilmeye, ince nakışlarındaki, iç içe sayfalarındaki derin manaları işaretleri anlayabilmeye kalibre oldu. ‘Gözün nuru’ oldu. Kapılar açıldı. Kainatta en büyük hakikatin iman, imandan sonra namaz olması bu sırdan olsa gerek.

Dünyevi akıl, namazı arkaik bir ritüel olarak görse de, insanın nefsi ‘Allah’ın benim namazıma ne ihtiyacı var?’ gibi menfaatperverane bir soru üretse de nefsi ilzam, dünyevi aklı teslime götürecek namazın cilt gibi kabuğunun içinde insanın ontolojik sorularına cevapların, gündelik yaralarına şifaların kodlanmış olduğunu anlıyoruz:

‘Eğer namazı kılsan, o namazınla o âlemin Sâni-i Zülcelâline müteveccih olsan, birden, sana bakan âlemin tenevvür eder. Adeta namazın bir elektrik lâmbası ve namaza niyetin onun düğmesine dokunması gibi, o âlemin zulümâtını dağıtır ve o hercümerc-i dünyeviyedeki karma karışık perişaniyet içindeki tebeddülât ve harekât, hikmetli bir intizam ve mânidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir.’[2]

Namazın hareketleri, içinde zikrettiklerimiz, insanın vazifelerini ve makamlarını tafsilatıyla gösteriyor. ‘Allahu ekber’ başlangıç tekbiri ile adeta kainatın içindeki eserlerin işaret ettikleri Allah’ın isim, sıfat, şe’nlerinden Allah’ın rububiyetinin azametini takdir ediyor insan. Böyle muhteşem bir rububiyet için insan gözlemci makamında tesbih ve tekbir vazifesini ifa ediyor.

Sonra, Allah’ın güzel isimlerini ilancılık makamında insan elinde her ne kadar güzellik varsa Allah’dan, her ne kusur varsa da kendinden bilerek tahmid ve takdis vazifelerini yerine getiriyor. Sonra, Allah’ın rahmetinin hazinelerinde depolanmış nimetlerini, kendisine verilen maddi(zahiri) ve manevi(batıni) duygular ile tadıp anlama makamında şükür ve sena vazifesini eda ediyor. Sonra, Allah’ın isimlerindeki cevherleri insana verilmiş manevi cihazların ölçüleriyle tartıp bilmek makamında tenzih ve medih vazifesine başlar. Sonra, kader kalıbı üstünde kudret kalemiyle yazılan rabbani mektupları inceleme makamında tefekkür ve istihsan(güzel bulma) vazifesine başlar. Sonra, yaratılıştaki, sanat eserlerindeki sanatın inceliklerini, güzelliklerini seyretme makamında Fâtır-ı Zülcelâl, Sâni-i Zülcemâllerine muhabbet ve iştiyak vazifesine girer. Bu şekilde dolaylı olarak eserlerden, kainattan çıkarımlarıyla tefekkür, istihsan, tahmid, takdis, tenzih, tekbir gibi kulluk vazifelerini yerine getirdikten sonra, doğrudan Allah’a hitap derecesine yükselir. Eserlerden anladığıyla Allah Rahmandır, Rahimdir dolaylı hitabından, sen münezzehsin Allahım, yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım isteriz doğrudan hitabına çıkar. Allah’ın kendisini şuur sahiplerine tanıtmasına karşılık, insan da marifetle, kendince tanıyarak ‘seni hakkıyla tanıyamadık’ der.

Sevgiye muhabbetle, nimetlenmeye şükür ve hamd ile karşılık verir.

Ezan bir mekana, mescide çağrıdan çok namazın kendisine, içeriğine, insani ayarlara geri dönmeye çağrıdır. Manidardır, namaza çağrı ifadesinden sonra, felaha çağrı ifadesi gelir. Felah(kurtuluş) nasıl olur ? Şems Suresi 9. Ayete geri dönüyoruz: ‘nefsini arındıran kurtuluşa(felaha) ermiştir.’ İşte ene-namaz-insanın ve kainatın yaratılış maksatlarının gerçekleşmesi bütünlüğü.


[1] Said Nursi, Sözler, 10. Söz, 2. İşaret

[2] Said Nursi, Sözler, 21. Söz

  25.01.2019

© 2021 karakalem.net, Harun Pirim



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut