HİCRİ ALTINCI yılda, Benu Müstalik gazvesinden Medine’ye geri dönerken yaşanılanlar ve akabinde bir ayı aşkın bir süre boyunca Hz. Aişe(ra) hakkında düşünülenlerin, konuşulanların özetlendiği bir rivayeti aktarmıştık. Kalemin zamana düştüğü notlar, zamanlar üstü olabildiği gibi Peygamber Efendimiz(sav)’in saadet asrında vuku bulmuş hadiselerin zamana düştüğü notlar da ayetlerin iniş sebebi olabilecek kadar kıymetli ve bir o kadar da tarihsel bağlama hapsedilebilmekten uzak. İfk hadisesi de bizim için böyle bir not. Nur Suresi ilgili ayetlerin de iniş sebebi…
‘O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden (elebaşılık ederek) o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır.’[1] ayetinin açık bir mesajı şu ki iftiraya maruz kalan için hayırlar vardır. Kişinin haksızlıkla mücadele edebilmesi için hususi bir zemin hazırlar, mücadele yoluyla maddi manevi olgunlaşması söz konusudur. Toplumsal, külli bir problemin çözümü için yaraya neşter olmuştur. İşte hayır üstüne hayır. Diğer taraftan, iftiracı grubun bireyleri adalet gereği farklı cezaları hak etmektedirler. İftirayı ilkin atan Abdullah İbn Übey ile bu iftiraya kanıp yayanlar aynı cezaları almamışlardır[2].
‘Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi (din kardeş)leri hakkında iyi zan besleyip de, “Bu, apaçık bir iftiradır” deselerdi ya!’[3] ayeti yaşadığımız dağdağalı zaman diliminde birçok vesile ile dostları hakkında en azından iç alemlerinde yorum yapmaya zorlanan bizlere, durmamız gereken yeri gösteriyor. Herhangi bir delilimiz(Ayet devamında dört şahitten bahsediyor. Biz, bir insan hakkında hüküm vermeden önce alemimizde en azından aklımızı, kalbimizi, vicdanımızı şahit kılabiliyor muyuz?) olmaksızın, zan altında bulunan kişiye hüsn-ü zan beslemek; iç alemlerimize, töhmet altında bırakanlara, zanda bulunanlara kim(ler) olursa olsun, ‘bu apaçık iftiradır’ demek. Diyelim ki sonradan şahitlik edildi ki yanılmışız, insaniyetçe, insaniyet-i kübra olan İslamiyetçe malumumuz ki ‘Hüküm makamında olan otoritenin affetmekte yanılması ceza da yanılmasından çok daha hayırlıdır’.[4]
‘Onlar (iftiracılar) bu iddialarına dair dört şahit getirselerdi ya! Mademki şahit getirmediler; işte onlar Allah yanında yalancıların ta kendileridir.’[5] ayeti, hüküm verenlerin iddialarına dört şahit getirmelerini istemektedir. Aksi halde, onların Allah katında yalancı sayıldığı buyurulmaktadır. Zaten dürüstlüğün ölçüsü delil getirebilmektir. ‘Eğer doğru söyleyenler iseniz (iddianızı ispat edecek) delilinizi getirin’[6] ayetleri buyruğunca. Bu ayetler tam da bir kişi aleyhinde delilsiz hüküm vermekten caydırmak için neticenin yalancılığa dayandığını vurgulamaktadır. ‘Müseylime'yi esfel-i sâfilîne düşüren kizb(yalan) olduğu gibi, Muhammed-ül Emin Aleyhissalâtü Vesselâm'ı âlâ-yı iliyyîne çıkaran sıdktır ve doğruluktur’[7]. Delilsiz birileri hakkında söylenilenleri dilden dile aktarmayı, aktarılanlar ile kolayca konuşmayı tercih etmeyi, meseleyi önemsiz görmeyi gelen ayet büyük bir cürüm olarak göstermektedir:
‘Hani o iftirayı dilden dile dolaştırıyor; hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz bir iş sanıyordunuz. Hâlbuki bu, Allah katında büyük bir günahtır.’[8] İnsanın nefsine küçük görünen, aslında büyük bir vebal, günah. Başta ‘bu, apaçık bir iftiradır’ denmesi öğütlenirken, gelecek ayet benzer manayı daha da celali bir tonda vurgulamaktadır.
‘Bu iftirayı işittiğiniz vakit, “Böyle sözleri ağzımıza almamız bize yaraşmaz. Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah’ım! Bu, çok büyük bir iftiradır” deseydiniz ya!’[9] Denilmesi gereken ‘açık iftira’dan, ‘çok büyük bir iftira’ya… Anlaşılan o ki zaman geçtikçe delilsizlik iftirayı katmerli bir iftiraya dönüştürmektedir. Katmerli iftira karşısında takınılması gereken tavır, edilmesi gereken nedamet ve tövbe daha da netleşmeli ve zanlıyı daha da destekler bir vaziyet alınmalıdır. Şimdiye kadar bu iftiraya destek oluş, olmaya devam ediş zamanla büyüklüğü artan bir kusurdur zira. Allah, Subhandır, münezzehtir. Bu kusur tamamen iftiracıları aittir.
Gelecekte olabilecek benzer hadiseler içindir ki Allah böyle bir iftiraya bir daha eşlik etmemek için bizlere öğüt veriyor. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. ‘Eğer inanıyorsanız, bu gibi şeylere bir daha ebediyyen dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor. Allah, size âyetleri açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.’[10]
Mucize beyan Kur’an’ın bu ayetler ile nefislerimize verdiği zamanlar üstü ders, iftiraya uğramış ya da uğrayabilecek insanların, dostlarımızın hukuklarını savunmamız gerektiğini aksi halde dürüstlüğümüzün tehdit altında olduğunu ifade ediyor. İfk hadisesinde Hz. Zeyneb(ra) gibi yeri geldiğinde ‘Ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeyden muhafaza ederim. Ben Aişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum’ diyebilmek. İftiraya ortak olanlardan birinin annesi gibi Hz. Aişe’nin yanında olduğunu ifade edebilmek, Ensar’dan hanımın yaptığı gibi Hz. Aişe ile birlikte ağlayabilmek…Şimdi değil ise ne zaman? Niyazi Mısri sedası duyuluyor uzaklarda bir yerlerde:
‘Dünya gamından geçip, yokluğa kanat açıp,
Şevk ile her dem uçup, çağırırım dost, dost!’
[1] Bkz. Nur:11
[2] S. Kara, ‘İfk olayının etkileri ve olayla ilgili ortaya konan tavırlar’, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/30789
[3] Bkz. Nur:12
[4] Tirmizi, Hudud, 2
[5] Bkz. Nur:13
[6] Bkz. Bakara:111, Neml:64
[7] Said Nursi, Sözler, 27. Söz
[8] Bkz. Nur:15
[9] Bkz. Nur:16
[10] Bkz. Nur:17-18
© 2021 karakalem.net, Harun Pirim