BEYAN İLMİNDE ifade edilmiş ki "Hariçte uzaklık sebebi olan zıddiyet ise hayalde sebeb-i kurbiyettir"[1]. Gerçekte uzaklık sebebi olan zıtlık, hayalde ise yakınlık sebebidir. Dünyamızda birbirine uzak gördüğümüz sıcak-soğuk, güzel-çirkin, evet-hayır, 0-1 gibi zıtlıklar, hayalimizde birbirine çok yakın. Adeta çağrışımlarımızın ana unsurları. Bir yönüyle, hayal ve zihin dünyamızın zıtlıklarla da gelen çeşitliliğinin duygularımızı da tetiklemesi ile kendimizi sıkıntılı etkileşimlerin içinde bulabiliyoruz. Çok sıcak ve huzurlu başlayan bir iletişim; yorgun düşmüş, bunalmış, kırılmış, öfkelenmiş bireylerle, kalabalıklarla neticelenebiliyor. Peki neden böyle oluyor? Konuşma, söz gibi bir nimet ki Kızıl İ’caz eserinde vurgulandığı şekliyle fikrin kaymağı, tasavvurun sureti, derin düşünmenin devamlılığı, zihnin işareti olan söz nasıl oluyor da bir nikmete, zehire dönüşebiliyor? Tam da bu noktada, belagatın öneminin ortaya çıktığını düşünüyorum. Bir tarifiyle muktezay-ı hale uygun, düzgün söz söyleme olan belagat. Öyle ya yanlışlık, kendi görüşünün tatbiki ve muktezay-ı hali düşünmemekten kaynaklanıyor.
Muktezay-ı hali, halin gerektirdiklerini düşünmek, hikmet ve şefkati buluşturabildiğimiz ölçüde gerçekleşebiliyor. Deriz ya halden anlayan insan, demek isteriz ki merhametle birisinin içine düştüğü sıkıntıyı fark eden insan. Hikmet ise bir gayeye, maslahata yönelerek halin, ortamın kısıtlarını, gereklerini de düşünüp ona göre hareket etmenin ölçüsüdür. Birlikte düşünecek olursak, etkileşim halinde olduğumuz biriyle, onun halinden anlayarak, belirli bir faydayı gözeterek ortamın, sosyolojinin de kısıtlarını göz önünde bulundurarak muhatap olduğumuz zaman pek çok hayırlar, güzellikler elde etmemiz mümkün. Bal gibi tatlı olan Nahl suresi ayeti buyruğunca "Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış". Ayetin bize sunduğu hikmet ve şefkat ekseninden saptığımız ölçüde iletişimin ve tazammun ettiği algılamaların istikameti de bozuluyor. Ayetin devamında ifade edildiği üzere, "Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir."[2]
Belagata manaların düzeni(nazm-ı maani) tarifiyle[3] baktığımızda ise, iletişim kazalarının kökenlerine inen bir merdivenle karşılaşırız. Hatırlayalım mesela, ikili bir iletişimde bir şekilde zihin alemlerinde buharlaşan manaları lafız kalıplarına dökme süreçlerinde manaların sıralamalarını atladığımız zaman kendimizi mevzudan sapmış, mevzuyu sapıtmış halde bulabilmemiz pek ala mümkün. Bu noktada, yüzeysellik(yüzeysel bakış, imkansızı mümkün görür), odaklanamama anlayış dünyalarımızın fay hatlarını kaydırarak müthiş depremlere vesile olabilir.
Belagat kriterlerine uyum sağlamakla konuşmaların, fikir paylaşımlarının akışı verimli arazilere çevrilmiş olmakla birlikte, özellikle tartışmalı konuların gündeme gelmesiyle düşünce sahipleri tahkik meydanına davet ediliyor. Tahkik meydanında mevzuya dair inançlar, kanaatler açığa çıkıyor. Kanaatlerin zeminini meşruiyet belirliyor. Meşruiyet ise daha çok şahsın mevzu hakkındaki kuşatıcılığına, büyük resmini şekillendirmesine, ahlakına ve dürüstlüğüne bakıyor.
İletişim krizlerine çözüm olarak belagatın yanısıra, olması gereken rahatlığın sağlanabilmesi, ortamın geriliminin normal seviyelerde olması için insaf düstürü ve ihtilaf ahlakının da yerleşmesi gerekiyor. İnsafın ölçüsü ise "Eğer bir meselenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa insafsızdır"[4]. Bununla birlikte tenkidi insaf işletirse, hakikatı rendeçler, sağlamlaştırır.
İhtilafların önemli bir sebebi ise farklı fikirlere karşı hüsn-ü zan ile yaklaşamamak. Halbuki hüsn-ü zan gerilimleri sönümleyebilir. Su-i zan maddi manevi toplum hayatını zedeler[5]. Bu yaşadığımız tereddüt ve evham asrında güzel kalplerden çıkan farklı fikirlere, fikirlerimize, inacımıza güç katıcı, bizi gelişmeye teşvik edici olarak hüsn-ü zan etmeliyiz: "Şu zaman-ı tereddüd ve evhamda, iz'an ve iltizamı tenmiye ve takviye eden nuranî sıcak kalblerden çıkan müsbet efkârı ve müşevvik beyanatı, hüsn-ü zan ile temaşa etmek gerektir"[6].
Hüsn-ü zan beslemenin tarih seyrinde musavvibe mesleği ile yerini bulduğunu görüyoruz. Musavvibe, dört mezhebin de hak olduğu ve detay meselelerde birden çok hak olabileceğini ifade ediyor. Musavvibenin karşısında ise "Mezhebim haktır, hata ihtimali var. Başka mezheb hatadır, sevap ihtimali var." diyen tahtiecileri buluyoruz:
"Bence Tahtieci, hubb-u nefisten neş'et eden "inhisar zihniyeti" illetiyle ma'luldür…
Hem Tahtiecilik fikri, sû'-i zan ve tarafgirlik hissinin menbaı olduğundan, İslâmda lâzım olan tesanüd-ü ervah, tevhid-i kulûb, tahabüb ve teavüne büyük rahneler açmıştır…"[7].
Tahtiyeciler inhisarcılık yapıyorlar, hakikatı kendi anladıklarına hasrediyorlar. İnhisarcılık, kendi nefsini sevmekten kaynaklanıyor. Kendini seven başkasını sevemiyor, tolerans geliştiremiyor: "Tezkiyesiz nefs-i emmaresi bulunmak şartıyla kendi nefsini beğenen ve seven adam, başkasını sevmez"[8]. Tahtiecilik fikri, su-i zan ve tarafgirlik hissinin kaynağı olduğu için ruhların birbirine destek olması, kalblerin birliği, birbirini sevme ve yardımlaşmaya büyük yarıklar açmıştır.
Peşin hüküm verme ile hüsn-ü zan arasında kalan nefis, genellikle olumsuz peşin hükmünü zayıflara karşı kullanırken, hüsn-ü zannını ise muktedirlerden yana kullanıyor. Diğer taraftan da olumlu peşin hükmünü muktedirlerden yana kullanırken su-i zannını ise zayıflara karşı kullanıyor. Hz. Ebu Bekir(ra)’in haklı zayıfa hüsn-ü zannı, olumlu peşin hükmü veya haksız güçlüye olumsuz peşin hükmü “Benim nezdimde sizin en kuvvetliniz, hakkını alıncaya kadar, zayıf olan kimsedir. En zayıfınız da ondan başkasının hakkı alınıncaya kadar, güçlü kimsedir.” örnekliğinin tam aksine…
Hasıl-ı kelam, normal sıhhatli bir etkileşim, iletişim için belagat, insaf ve hüsn-ü zan kılavuz olarak önümüzde duruyor.
[1] Said Nursi, Sözler, 21. Söz
[2] Bkz. Nahl:125
[3] Said Nursi, Muhakemat, 2. Makale
[4] Said Nursi, Lem’alar, 20. Lem’a (1. İhlas risalesi)
[5] Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye
[6] Said Nursi, Hutbe-i Şamiye
[7] Said Nursi, Sünühat
[8] Said Nursi, 28. Lem’a
© 2021 karakalem.net, Harun Pirim