Çıkış Yolu

Harun Pirim

BU HAFTA karşılaştığım Sokrates’e atfedilen bir söz: "Ey insanlar, esaret bağınızı hikmetle, bilgelikle çözün". Dünya içinde, hayatın dağdağaları ile kendimizce boğuşur iken en azılı düşmanımızın nefsimiz olduğu unutuluverir. Çıkışlarımızı, çıkmaz sokaklarda arar dururuz. Halbuki bir şeyi yanlış yerde aramak onu aramamaktır. Problem, yanlış yerde çözüm arayışı, problem. İşte bir çözümsüzlük döngüsü. Sokrates’e atfedilen sözün bir benzeri de İmam Şafi hazretlerine atfedilir: "ilimle meşgul olmak hüzün ve kederi giderir". Benzer diyorum, çünkü birçok esaretimiz, duygusal alaboralarımız neticesinde ortaya çıkan kederlerimizle yakından ilişkili. İlkin nefsani lezzetlerin, hazların tutsaklıkları da olsa, lezzetin son bulması elem olduğu için nihayetinde eleme müptela olmuş oluyor insan. Bütün mecazi aşıkların şiir kitaplarının ruhunu sıksan acıklı birer feryat damlar. İlimle, hikmetle meşgul olmak ise döngüsüne kapıldığımız duygusallığın-döngü çünkü duygusallık esaretinin kurtuluşu mecazi aşklarda arandığı için (mecazi aşk mala, makama, şehre, kişiye vs. karşı olabilir) esirlik hallerimiz değişmiyor-zincirlerini açıcı nitelikte. İç alemimizdeki esaretten kurtulmakla birlikte, insan ilişkileri, her türlü sosyal etkileşimlerimizi içine alan dünyevi esaret zincirlerimize de anahtar üretmiş oluyoruz.

Muhakemat yazarı Said Nursi’nin ifadesiyle:

"Hem de istibdad-ı hissiyatın seyyielerindendir ki: Mesalik ve mezahibi ikame edecek, galiben taassub veya tadlil-i gayr veya safsata idi. Halbuki üçü de nazar-ı şeriatta mezmum ve uhuvvet-i İslâmiyeye ve nisbet-i hemcinsiyeye ve teavün-ü fıtrîye münafîdir"[1].

Hissiyatın(duygular) istibdadlarının(baskılarının) kötülüklerindendir ki: meslekleri, mezhepleri vücuda getirecek galiben taassup veya başkalarının sapıklığına hükmetmek veya safsata idi. Halbuki üçü de şeriat nazarında zemmedilmiş(kötülenmiş) ve İslami kardeşliğe ve hemcinslerimizle münasebete ve fıtri yardımlaşmaya zıttır. Yani evvela duygularımızın baskıcılığı ile hayat felsefelerimizin barındırdığı taassup, başkalarını yoldan çıkmış görüşümüz ve safsatalarımızın gündemimize girmesi gerekiyor. Kendimizi duygularımızın esaretinden kurtarmakla, insanlarla ilişkilerimiz normalleşir, uhuvveti yaşama potansiyelimiz artar ve kâinatta olan yardımlaşma hakikatine insan olarak uyum sağlamış oluruz.

Başlı başına derinlemesine analiz edilmesi gereken Sekizinci Mukaddimedeki ilgili bahsin birkaç satır sonrasında,

"Halbuki taassup yerinde hak ve safsata yerinde bürhan ve tadlil-i gayr yerinde tevfik ve tatbik ve istişare ederse dünya birleşse hak olan mezhep ve mesleğini bir parça tebdil edemez. Nasıl ki zaman-ı saadette ve selef-i salihîn zamanlarında hüküm-ferma hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükûk ve şübehatın hükümleri olmaz idi"

ifadesiyle daha da net anlaşıldığı üzere; insan taassup yerine hak, safsata yerine delil, başkasını peşinen sapıtmakla itham etmek yerine, farklı akıllardan çıkan görüşleri de hesaba katıp kendi duruşuna, anlayışına uygun hareket ederse hak olan mezhebini(tuttuğu yol) ve mesleğini dünya birleşse bir parça değiştiremez. Peygamberimizin(asm) yaşadığı dönemde, selef-i salihin zamanlarında hüküm süren hak, delil, akıl ve meşveret olduğu için şüphelerin hükümleri olmazdı.

Daha da ilerleyen satırlarda anlatılıyor ki insanda ağır basan yönlendirici; akıl, fikir, hak, hikmet, akli meyiller, hüda ya da bunlara karşılık sırasıyla basar(gördüğüne inanma olarak anlıyorum ki akıl gözle görünenin ardındaki incelikleri de görür, zahire göre hükmetmez), hissiyat, kuvvet, hükumet(iktidar), kalbi meyiller ve hevadır. Mazi insanının bir derece safi olan ahlak ve halis olan hissiyatlarının ön plana çıkmasıyla, aydınlanmamış fikirlerini kontrol altına almak suretiyle şahıs merkezlilik ve ihtilaflar meydana çıktı. İstikbal insanının ise bir derece aydınlanmış fikirleri, heves ve şehvetle kararmış hissiyatlarını kontrol altına alarak umumun hukukunun hüküm süreceği muhakkak oldu.

Yine benzer minvalde ifade ediliyor ki mazi derelerinde hüküm süren garaz, düşmanlık ve üstün gelme meylini doğuran da hissiyat, meyiller ve kuvvet merkezlilik idi. Bu anlamda mazi insanları hitabet ile irşad edilebiliyordu. Ortaya atılan tezi delil getirerek ispat edebilme yerine; hissiyatı okşayan, meyillere tesir eden tezini süsleyip püslemek veya korkutmak, söz sanatları kullanmak suretiyle tez hayale alıştırılırdı.

Mazi ülkesinde çoğunlukla hüküm süren kuvvet, heva, tabiat, meyiller ve hissiyat olduğu için genellikle istibdat ve tahakküm hakim idi. Hem de başkalarının mesleğine düşmanlık, kendi mesleğine taraf olmaktan, muhabbet etmekten daha fazla önem görürdü. Bir şahsa düşmanlık, başka birine muhabbet şeklinde görünürdü. İstikbalde hüküm sürecek ise kuvvete bedel hak, safsataya bedel bürhan, tabiata(huy, mizaç) bedel akıl, hevaya bedel hüda, taassuba bedel metanet, garaza bedel hamiyet, nefsani meyillere bedel akılların meyilleri, hissiyata bedel fikirler olacaktır. İslamiyet’in ilk üç asrında olduğu gibi; dördüncü, beşinci asırlarında kısmen olduğu gibi. Beşinci asırdan şimdiye kadar ise kuvvet hakkı mağlup etmişti.

Mukaddimenin sonunda ise "bundan ibret alın, ey akıl sahipleri!" hitabı ile "zahirden ubur ediniz (öteki tarafa geçiniz). Hakikat sizi bekliyor" der. "Fakat gördüğünüz vakit incitmeyiniz" uyarısı ile.

Ceza amelin cinsindendir. Hakikati incitenin hakikati inciniyor. İç alemimizde ve dünya hayatında esir olarak yaşıyoruz. Esaretlerimizden çıkış yolunu bulabilmek için istikbal insanı levhalarını takip etmemiz lazım…


[1] Said Nursi, Muhakemat, 1. Makale, 8. Mukaddime

  07.12.2018

© 2021 karakalem.net, Harun Pirim



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut