BİRKAÇ DEFADIR yazdığım şu yazıdan anladım ki, insanın zihnindeki düşünceleri içindeki duygularla beraber başka birine aynen anlatması hayli zor. İnsan, yazdığını kendisi okuyunca, meramını dile getirdiğini sanıyor. Ne ki, okuttuğunda, bir başkası aynı şeyi söylemiyor. Eksikler görüyor, fazlalık görüyor. Demek istediğimizin dışında birşey anlıyor. Düşünce kopuklukları buluyor. Belki o eksikler gerçekten var. Belki de, aslında, düşünce itibarıyla bir eksiklik ya da kopukluk mevcut değil; fakat o anlamlı bütün kağıda tamı tamına geçirilmemiş. Her ne ise.. Her türlü “kopukluk” ihtimaline rağmen, yine de meramımızı anlatmaya çalışalım.
Çevremize baktığımızda pek çok mevcutla yüz yüze geliriz. Kimi yerde değişik ruh, düşünce ve haldeki insanlar değişik araba modelleri ve değişik büyüklükteki evlerle karşılaşırken, kimi yerde ise renk cümbüşleriyle süslenmiş çiçekler, leylaklar, güller, sümbüller, yeşilin binler tonlarını bürünmüş ağaçlar, pek azının ismini bidiğimiz milyonlarca böcek nazarımıza çarpar. Kimi yerde ise engin bir deniz. Ve elbette gökyüzü.
Tüm bu mahluklara yakından bakınca, aralarındaki değişik ilişkiler de gözümüze çarpar. Sözgelimi, ortak amaca ulaşmak için her bir mevcut birbirinin yardımına koşar. Meselâ bir karınca, yalnız kendisinin değil, arkadaşlarının ve yeni doğmuş yavruların rızkını temin için, yaz boyunca didinir durur. Bir kırmızı gülün şu dünyaya gönderilmesi için, topraktaki tüm maddeler, su, tuz, havadaki gazlar ve tozlar, güneş ışığı, belki tüm kâinat yardıma koşar. Onların böylesine şevkle yardımlaşmalarına karşılık, ilahî rahmet bir gülle cevap verir. Yeryüzüne, sevinç alkışları içinde, kırmızı bir gül kondurulur. Elbette zaman durum böyle olmaz. Kimi zaman bir fırtına, beklenmedik bir yağmur, istenilene ulaşmanın engeli olur, gül gelmez. Anlaşılır ki, rahmetin gülün gelmesi şeklinde tecelli etme zamanı değildir. Belki rahmet başka türlü görünür, belki gülün gönderilmesi başka zamana ertelenir. Durum böyleyken, yani gül gelmemişken bile, görürüz ki, o topraktaki elementler, su, havadaki gazlar, toz, güneş ışığı, renkler, yani hiçbir mevcut, birbirinin yardımına koşarak gülü istemekten vazgeçmezler. Omuz omuza verip, hep birlikte semaya el açmayı sürdürürler. Gün gönderilse de, gönderilmese de, bu halin kendisi onlar için bir rahmet olur. Çünkü, bu isteklerini beraberce bildirmeleriyle, herşeye eli yetişen, her arzuyu yerine getirebilen, en ufak bir dileği dahi işiten Birinin olduğunu yeniden hatırlarlar.
Ayrı yerlerde doğmuş, ayrı çevrelerde büyümüş, ayrı okullarda okumuş olduğumuz halde, kaderin sevkiyle, aynı pınardan içen bizler de, bu duayı beraberce yaşayabiliriz. Sözgelimi, o pınardan kendi dünyamıza gelenleri şu dergide isteyen herkesle paylaşıp, aynı gerçeğe beraberce ulaşmaya çabalayabiliriz. Cılız bir da rahatça kırılırken, onlarca zayıf dalın bir araya gelmesiyle her birinin sağlam bir hal alması misali, aczimizi beraberce bildirerek, ilahî rahmetin kapısını çalabiliriz.
Onun için, paylaşmaya değer onca şeyi paylaşalım diledik. Günün bir anında veya günler ve aylar boyu yaşadığımız bir sıkıntıyı ya da sevinci; problemlerimizi; bir kitaptan hoşumuza giden bir sözü; dünyamıza açılmış hakikatı; kendi içimizde yaşadığımız bir eleştiriyi; yanlış bir yorumun doğrusunu; eksik bir hususun tamamını.. kısacası paylaşabileceğimiz her bir şeyi paylaşmak istiyoruz. Dolayısıyla, belki beraberce el açma vesile olur ümidiyle, mektuplarınızı, yazılarınızı, çizgilerinizi bekliyoruz.
—ALİ SIRMA
KAF
Binbir dalda baş tek bir münacât oldu
Can daldırdığım hayat ne hâcât oldu
Aşk çıkardığım diplerinden
denizlerini gözlerini içtim de Sen’in
kıvrımlarına sığınmak
ellerine çarpa çarpa ölmek için.
Sözlerinden bir bahar bir umman
yeşiline, güneşine, çırpınışa köpükler gibi
kabarmak Sen’in, sönmek Sen’in.
Gece lambaları kadar fersiz
sokakların teninde beyaz benim
ben, yarı ölmüş solucanı kapkara gündüzlerin
gömleğini atamayan apaydın gece içinde
karabataklar kadar batan
karalarına gövdenin.
Gövdem ah gövdem sensin kamaşan
mercan dişi çürüğümün
sen erken öten horozu
sen bayındır çöplüğümün
İğvalarındır çukurlar kadar derin
Kızgın sularımda sayha sayha
sen ocağıma dikilen zakkum
kokusu Cehennemden gül müsveddesi
Ey can Bilal’inin müşrik efendisi
EHAD…
Ey yakınlık Kaf’ının Anka’sı
Sen’den uzaklar batmıştır gölgelere
hakikatlar karışmıştır hayallere.
Sen’i yaşamakmış meğer
Sen’dedir sükûnun yurdu
Herkes kendi Kaf’ının mahkûmu…
—Y. ÖZKAN ÖZBURUN
UMUDA GÖZYAŞI
Zaman gözyaşıma müptela
Gözyaşlarım zamana
Ve sular ovalarını,
Tâ rengârenk açılsın
İstikbal çiçekleri
Umut zemininde,
Birbirimizden memnunuz
Ben ve gözyaşlarım
Zamansa gözyaşımdan
“Dostun dostu dost olur”
Gidiyoruz beraber
Kim geri dönebilir?
Benden, zamandan
Ya da gözyaşlarımdan
Her geliş gidişlidir
Gidişlerde dönüş yok,
Görünmezler karanlık
Düşünce fenerini yak,
Ve dön geriye bir bak
Yorumlamak kasdıyla
Bir kimse arıyor olmalı her kimsesiz
Ben de seni arıyorum olamam sensiz
Ararken umut doluyum bulacağım
Ki bu yaşlar umuda akıyorlar
Belki de Yakub’unkiler akıyor, kim bilir?
Yeni mecralarında
Gözler dahi umuda feda
Olsun! bu ıslak yakışıyor yanaklarıma
Zaten
Zaman gözyaşıma müptela
Gözyaşlarım zamana…
—HAMZA YETİM