Aşk-ı Beka - 2

ARDIŞIK VAROLUŞLAR YADA AŞK-I BEKANIN DÖNENCELERİ

Her an yaratılan bir kâinat aslında her an düşmekte olan bir kâinattır. Varlık sahasında poz veren her bir mevcut, tam yok olacağı anda yeniden yeniye yaratılarak varlığı devam ettirilir. Zerreden küreye her şeyin mütemadiyen dönmesi, her an yaratılmanın neticesindeki düşmenin karşılığıdır. Dönmeyen yok olur, zira her an yaratılmaya muhtaçtır.3

Kısacası her an yaratılma talebi/fıtri duası ruhtan gelir. Nefis ise her gözünü açtığında yanı başında bulduğu bu hayatı sahiplenir.

Tüm bu algoritmayı tersinden okuyacak olursak;

Neden dünyadayız?

Hayat sahibi olmak için.

Neden hayat var?

Vücudumuz beka bulsun diye.

Neden vücut sahibiyiz?

Nefis belli mekanizmaları harekete geçirebilsin diye.

Neden nefis var?

Ene fonksiyonunu yerine getirebilsin diye...

İman, enenin kullanacağı nurlu enerjinin yani madde-i maneviyenin adıdır.4 Dolayısıyla; a) Şayet ene iman ederse mahiyeti açılır ve Rabbimize perdesiz olarak muhatap olabilecek bir sonsuzluğun içinde ruhun talebi yerine getirilir.5 b) Ene iman etmez de ona perde çekerse, bu sefer kendi içine kollabe olur ve kapanır. Kaynağını ulûhiyetten aldığı için de kendisini rab bilir. Bu ise bir helakettir, idam-ı ebedidir. 6

Peki, ene ne işe yarar? Zat-ı Kibriya (cc) ile olan iletişimimizi sağlar.

Neden Allah ile iletişime geçmek isteriz?

Ruhun mahiyetindeki şiddetli beka arzusunun doğru adrese yöneltilebilmesi için...


3. Her an yaratılmaya fizik âlemi canibinden kısa bir bakış: İnsaoğlunun ölçebildiği en kısa zaman aralığı, teorik olarak ‘planc zamanı’ olarak adlandırılan 10-23 sn’dir. Bu, her saniyede en az 1023 defa yaratılmamıza karşılık gelen zaman dilimidir. Dolayısıyla ortalama yetmiş yıl yaşayan biri için en az 1032 kere ardışık yaratılma silsilesi gerçekleşiyor demektir. İnsan vücudunda 100 trilyon civarında hücre bulunur. Her bir hücremiz hayat sahibidir. Hayatı varsa ruhu da vardır. Yani vücut binamızı oluşturan tuğlaların sayısı 1014 ‘tür. 1032 x 1014 = 1046 eder ki, ortalama yetmiş sene yaşayan biri, bütün ömrü boyunca en az 1046 defa ardışık olarak yaratılmış olur. (10’un yanına 46 tane 0 koyunca ortaya çıkan sayı kadar!)

4. ‘Cehennem ateşinin tesirini men edecek ve emân (kurtuluş) verecek imân gibi bir madde-i mâneviye (soyut madde), İslâmiyet gibi bir zırh olduğu misillü (gibi), dünyevî ateşinin dahi tesirini men (yok) edecek bir madde-i maddiye(fiziksel madde) vardır.’

Sözler / 20. Söz / 2. Makam / syf: 243

5. Hem o şuur-u imanî (imanî bilinç) ile ebedî (devamlı) bir beka (sonsuzluk) ve daimî (sürekli) bir hayat veren Bâki-i Zülcelâl’in (sonsuzluğun Sahibi’nin) bekasına ve vücuduna (varlığına ve sonsuzluğuna) iman ve imanın amâl-i saliha (salih ameller) gibi neticeleri, bu fâni (geçici) hayatın bâki meyveleri ve ebedî bir bekanın (bitmeyen bir sonsuzluğun) vesileleri olduğunu bildim. Meyvedar bir ağaca inkılâp etmek (dönüşmek) için kabuğunu terk eden bir çekirdek gibi, ben de o bâki meyveleri vermek için bu beka-i dünyevînin (dünyadaki devamlılığın) kabuğunu bırakmaya nefsimi kandırdım. Hem gayet katî (kesin) bir surette hissettim ve o şuur-u imanî ile hakkalyakîn bildim ki, fıtratımda çok şiddetli olan aşk-ı beka, (sonsuzluk talebi) Bâki-i Zülkemâlin bekasına, varlığına iki cihetle bakarken, enâniyetin (benlik duygusunun) perde çekmesiyle mahbubunu (sevdiğini) kaçırmış, aynasına (kendi görüntülerine) perestiş etmiş (aşık olmuş) bir serseme dönmüş gördüm. Ve o çok derin ve kuvvetli aşk-ı beka (sonsuzluk aşkı), bizzat ve sebepsiz, fıtraten sevilen ve perestiş edilen (âşık olunan) kemâl-i mutlak (mutlak mükemmel) bir isminin gölgesi vasıtasıyla mahiyetimde (özümde) hükmedip o aşk-ı bekayı vermiş. Ve muhabbet için hiçbir illet (gerekliliği)ve hiçbir garazı ve zâtından başka hiçbir sebep iktiza etmeyen kemâl-i Zâtı perestişe kâfi ve vâfi iken, sâbıkan (az önce) beyan ettiğimiz ve her birisine bir hayat ve bir beka değil, belki elden gelse binler hayat-ı dünyevîye ve beka feda edilmeye lâyık olan mezkûr (zikredilen) bâki meyveleri dahi ihsan etmekle (karşılıksız vermekle), o fıtrî

(yaradılışımızdan kaynaklanan) aşkı şiddetlendirmiş hissettim.

Şualar / 4.Şua / 1.mertebe-i nuriye-i hasbiye / syf: 61

6. Ben de baktım ve iman gözüyle gördüm ki, bu zerrecik vücudum hadsiz bir vücudun aynası ve nihayetsiz bir inbisatla (genişlemeyle) hadsiz (sayısız) vü cudları kazanmasına bir vesile ve kendinden daha kıymettar, bâki, müteaddit (çeşitli) vücudları meyve veren bir kelime-i hikmet hükmünde bulunduğunu ve mensubiyet (o bağlantı) cihetiyle bir an yaşaması ebedî bir vücud kadar kıymettar olduğunu ilmelyakîn ile bildim. İşte imanla, imandaki intisapla (bağlanma ile), her mü’min gibi, bu vücudum dahi hadsiz vücudların firaksız (tükenmeyen, yanmayan) envârını kazanır; kendisi gitse de, onlar arkada kaldığından kendisi kalmış gibi memnun olur. Bununla beraber, Yirmi Dördüncü Mektup’ta tafsilen katî ispat edildiği gibi, her zîhayatın (hayat sahibinin), hususan zîruhun (özellikle ruh sahiplerinin) vücudu bir kelime gibidir. Söylenir ve yazılır, sonra kaybolur. Fakat kendi vücuduna bedel ikinci derecede vücudları sayılan hem mânâsı, hem hüviyet-i misaliyesi (kimliği) ve sûreti (görüntüsü), hem neticeleri, hem mübarek ise sevabı, hem hakikati gibi çok vücudlarını bırakır, sonra perde altına girdiği gibi; aynen öyle de, bu vücudum ve her zîhayatın vücudu, zâhirî vücuttan (dünyadaki bedeninden) gitse, zîruh ise hem ruhunu, hem mânâsını, hem hakikatını, hem misalini, hem mahiyet-i şahsiyesinin (kişiliğinin) dünyevî neticelerini ve uhrevî semerelerini, hem hüviyet ve suretini (görüntüsünü) hâfızalarda ve elvâh-ı mahfuzada ve sermedî manzaraların film şeritlerinde ve ilm-i ezelînin meşherlerinde ve kendini temsil eden ve beka veren fıtrî tesbihatını defter-i a’mâlinde (amel defterinde) ve esmâ-i İlâhiyenin cilvelerine ve mukteziyatlarına (gereklerine) fıtrî mukabelelerini (yaradılıştan gelen karşılıklarına) ve vücudî aynadarlıklarını (yansımalarını) daire-i esmâda ve daha bunlar gibi zâhirî vücudundan daha kıymettar müteaddit (çeşitli) mânevî vücudlarını kendi yerinde bırakır, sonra gider; ilmelyakîn sûretinde bildim. İşte iman ve imandaki şuur (bilinç) ve intisapla (bağlantıyla) bu mezkûr (zikredilen) bâki (sonsuz), mânevî vücudlara sahip olunabilir. İman olmazsa, bütün o vücudlardan mahrum olmakla beraber, zâhirî vücudu dahi onun hakkında ademe ve hiçliğe gider gibi zâyi olur.

Şualar / 4.Şua / 4.mertebe-i nuriye-i hasbiye / syf: 65

  18.06.2017

© 2021 karakalem.net, Aykut Tanrıkulu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut