1441 Ramazan Hikem-i Atâiyye Notları – III

Abdullah Taha Orhan

“YARATTIKLARINDAN BİR ürküntü (vahşet) verdiği an, bil ki sana sıcak dostluğundan (üns) bir kapı aralamak istiyor.”

İnsanın kemâl yolculuğu: O’ndan O’na dönüş

ÜNS VE VAHŞET -BİR DİĞER DEYİŞLE HEYBET- tasavvufta iki zıt hâldir. İnsanın tekamül yolculuğunda hâller zıtlarıyla dengelenerek kemâli temsil eden makâma dönüşür ve telvinden temkine geçilir. Bunun temelinde de esasen kemâlin mutlak sahibi olan Cenâb-ı Hakk’ın bu âlemde iki ana şekilde tecelli etmesi yatar: celâl ve cemâl tecellileri. Hadiseler ve eşyalar aracılığıyla, Hak’tan celâl tecellileri geldiğinde insan üzülür, korkar ve üzerinde ciddi bir baskı hisseder. Fakat bu sıkışmışlık hali, insanı cemâl tecellisine geçirebilmek için bir giriş kapısı hükmündedir. Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur: “Şüphesiz her zorlukla beraber kolaylık vardır, gerçekten de her zorlukla beraber kolaylık vardır” (İnşirâh 94/4-5). Güçlük, celâlin; kolaylık, cemâlin tezahürüdür ve bunlar iç içe tecelli eder, bir kapı açılmadan diğerine geçilmez; celâl tecellisinin hakkı verilmeden cemâl tecellisine varılmaz.

İnsanın bu fani dünyaya gönderilişi de esasen celâl tecellilerinin belki de ilkine ve en büyüğüne işarettir. Hazret-i Mevlânâ bu yüzden Mesnevî’sine, “Dinle neyden kim hikâyet etmede/ ayrılıklardan şikâyet etmede” diyerek başlar. İnsan için yüzleşilmesi gereken en büyük, en zor celâlî tecelli işte bu Hak’tan ayrılık, kudret yurdu olan Cennet’ten ve Hakk’ın perdesiz tecellilerinden ayrılarak hikmet yurdu olan fani dünyaya indirilerek Hakk’ın perdeli tecellilerine muhatap olmaktır. Şüphesiz bu celâlî tecellide de bir cemâl boyutu vardır, zira insanın nihayetsiz tekâmülü ancak imtihan sırrıyla mümkündür ki Fahr-i Kâinat Efendimiz aleyhissalatuvesselam da bu imtihan sırrına muhatap olarak bulunduğu makâm-ı mahmûda erişebilmiştir.

Başta alıntıladığımız hikmetinde İbn Atâullah el-İskenderî işte bu hakikate çeviriyor yüzlerimizi. Mahlûkâttan hoşumuza gitmeyen, bizi sıkan, bunaltan, bazan öfkelendiren bazansa korku ve dehşete düşüren şeyler sâdır olur. Kimi zaman dünya üzerindeki zulümler, doğudan muhatabı biz olmasak dahi, bizi bir üzüntü girdabına sokar. Öyle ki ateist olduğunu söyleyenlerin mühim bir kısmı bu zulümlere imkan veren bir tanrı fikrine karşı oldukları için ateist olduklarını söylerler.

Fakat her şeyin Hak’tan geldiğini bildiğimizde, buna iman ettiğimizde, tablo baştan başa değişir. Bir devrim olur zihin dünyalarımızda. İskenderî hazretleri bu devrimi vahşetten ünse geçiş olarak yorumluyor bu hikmetinde. Eğer Hak Teâlâ vahşeti/heybeti/dehşeti celbedecek bir hadiseyle seni karşı karşıya getirdiyse, elbette bundan bir muradı vardır, zira o hiçbir şeyi boşuna yaratmaz (Âl-i İmrân 3/191). Bizi korkutan, bunaltan bu hâlden muradı ise bize kendi dostluğunun kapılarının açık olduğunu hatırlatmak ve oradan girmek için teşvik etmektir.

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” (Bakara 2/156) âyetinin bir manası da bu olsa gerektir. O’ndan geldik, O’nunuz ve fani dünyada bazan unutsak da O’nun bu tarz hatırlatmaları sayesinde yine O’na dönüyoruz, mutlak anlamda da O’na dönücüleriz.

Son olarak O’nun sıcacık dostluğunun kapılarınınsa her dâim açık olduğunu hatırlatmakta fayda var. Râbia el-Adeviyye’nin bu meyandaki bir menkıbesiyle bitirelim:

Salih el-Mürrî, Râbia’ya hitâben şöyle dedi: “Bir kimse kapıyı ısrarla çalarsa bu kapının açılıvermesi ümit edilebilir.”

Râbia bu sözü üzerine ona dedi ki: “Bu lafı ne zamana kadar söyleyeceksin. Bu kapı ne zaman kapandı ki açılması bahis konusu olsun?”

  17.05.2020

© 2021 karakalem.net, Abdullah Taha Orhan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut