1441 Ramazan Kur’ân-ı Kerim Notları - I: Kehf Sûresi

Abdullah Taha Orhan

Tevhidin belki de en büyük iki bileşeni adalet ve rahmet olsa gerek. Bunlara mazhar olunmadan, bu sıfatlar tecelli etmeden, gerçek tevhide erişilmiş olunmuyor, diyebiliriz belki. Sûrenin başında ve sonunda vurgulanan tevhid mesajı, yani kemal-i iman, ancak içinde dört ayrı temsille bize anlatılmak istenen adalet ve rahmetle, yani celal ve cemal tecellilerinin tahakkuk etmesiyle yerini buluyor.


ADALET ve rahmetten tevhide giden yol

110 AYETTEN MÜTEŞEKKİL BU MEKKÎ SÛRE adını içinde kıssası anlatılan Ashab-ı Kehf, yani mağara ashabından alır. Sûrede 3 ayrı kıssa daha anlatılsa da en meşhur olanı budur. Bahsi geçen kıssaları sırasıyla şöyle ifade edebiliriz: (1) Ashab-ı Kehf kıssası, (2) Biri hodbin, diğeri Hüdâbîn iki bağcının kıssası, (3) Hz. Musa-Yûşâ ve Hızır kıssası, (4) Zülkarneyn-Ye’cüc ve Me’cüc kıssası. Öncelikle bu 4 kıssada, yani aslında sûrenin bütününe yayılmış bir rahmet mesajı var. Örneğin Ashab-ı Kehf şöyle dua ediyor ve anlıyoruz ki dualarına hüsn-i icâbet ediyor Rabb-i Rahim: “Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır” (Kehf 18/10). Hızır aleyhisselam serkeş çocuğu öldürmesinin hikmetini izah ederken şöyle diyordu: “Böylece, Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk vermesini diledik” (Kehf 18/81). Duvarı karşılık beklemeksizin tamir edişini ise şöyle izah ediyor Hızır aleyhisselam: “Rabbin, onların olgunluk çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi” (Kehf 18/82). Zülkarneyn ise inşa ettiği set için “Bu, Rabbimin bir rahmetidir” (Kehf 18/98) diyecekti.

Kıssalarda dikkati çeken diğer bir tema ise adalet. Ashab-ı Kehf, tevhide iman ettikleri için maddi ve manevi zulme ve baskıya maruz kalıyorlar, adalet onlar üzerinde rahmet suretinde tecelli ediyor. Üç yüz sene sonra uyandıklarında onların attığı tevhid tohumlarının o topraklarda filizlendiğini görüyorlar ve ölümlerinin ardından yöre halkı oraya onların hatırasını yaşatmak ve tek Allah’a ibadet etmek için bir mescid inşa ediyorlar. Adalet böylece tecelli ediyor. Hodbîn ve Hüdâbîn bağcı kıssasında malına, evladına ve nüfuzuna güvenip böbürlenen, arkadaşına psikolojik baskıyla zulmeden, onu ezmeye çalışan hodbîn bağcının tüm malı mülkü elinden alınarak hem yüzünü yeniden Hakk’a döndürmesi sağlanıyor hem de arkadaşına ettiği zulmün bir nevi intikamı alınmış oluyor, dolayısıyla iki yönüyle de adalet ve rahmet tecelli ediyor. Daha sonra Musa aleyhisselamın kıssasında Hızır’ın “iki denizin buluştuğu” alemde, yani gayb ve şehadet alemlerinin arasında bir berzahta, Allah’ın emriyle gerçekleştirdiği işleri bu taraftaki denizin, yani şehadet aleminin, şeriatın ve adaletin terazisiyle değerlendiren Hz. Musa Hızır’ın tüm yaptıklarına itiraz ediyor. Bunu yaparken gözettiği ilke adalet ve merhamet. Hızır ise bunları kendiliğinden yapmadığını, merhametlilerin en merhametlisi, adaletlilerin en adaletlisi olan rabbinin emriyle yaptığını söylüyor, zira o, denizin öteki tarafında, yani berzahta olduğu için yaptıkları şeriat nazarıyla değerlendirilemiyor. Fakat nihayetinde Hz. Musa bir kul peygamber olarak kudret yurdundan hikmet yurduna geri dönüyor, onunla kalmak için ısrar etmiyor. Zira dünya hayatında mesul olduğu nübüvvet ve risalet vazifesinin gereği olan merhamet, onu yeniden teklif sırrının geçerli olduğu aleme döndürüyor, aynı Efendimiz aleyhissalatuvesselam’ın Mi‘râc’da dahi “ümmetim, ümmetim” dediği ve nihayet o kadar olağanüstü müşahedeler yaşadığı halde bu fani dünyaya, zahiren adaletsizlik ve merhametsizliklerin olduğu dünyaya geri dönmesi gibi. Daha sonra Zülkarneyn kıssası ise adalet temasının en yoğun olduğu kıssa olarak göze çarpıyor. Zülkarneyn Ye’cüc ve Me’cüc’ün gadrine uğrayan kavmi korumak, zulme mani olmak ve adaleti tesis etmek için aralarına aşılmaz bir set örüyor.

Tevhid, adalet, rahmet – kemal, celal, cemal

Ashab-ı Kehf kıssasından itibaren dört kıssada yer alan tevhid mesajını da düşündüğümüzde akla şu geliyor: tevhidin belki de en büyük iki bileşeni adalet ve rahmet olsa gerek. Bunlara mazhar olunmadan, bu sıfatlar tecelli etmeden, gerçek tevhide erişilmiş olunmuyor, diyebiliriz belki. Nitekim kıssalarda geçen çift taraflılık teması da belki bu bağlamda yorumlanabilir. Hz. Musa iki denizin buluştuğu yere gidiyor ki burası belki de adalet ve rahmetin buluşmasıyla, celal ve cemalin ittifakiyle ortaya çıkan kemale, yani tevhide işaret ediyor. Zülkarneyn’in ise ismi dahi bu çift boyutluluğu ders veriyor, zira zülkarneyn lügatte “çift boynuzlu” anlamına geliyor. Burada Doğu-Batı, zahir-bâtın, şeriat-hakikat gibi ikilikler de akla gelebilir. Son tahlilde bu ikiliğin celal ve cemale, bunların bir arada bulunmasıyla ise kemale işaret ettiği söylenebilir.

Sûrenin genel mesajına dair bunları söyledikten sonra detaylarda dikkatimizi çeken bazı noktaları paylaşalım. İki bağcı kıssasında, kibirli bağcı aslında Allah’a inanıyor, “rabbim” diyor Allah için. Fakat ayet-i kerimelerde onun şirke düştüğü ifade buyuruluyor. Halbuki bu bağcının açıktan puta taptığı ya da benzeri bir bilgiye veya ipucuna rastlamıyoruz. Burada işaret edilen şirk muhtemelen esbab şirki olsa gerek diye düşünüyoruz. Allah’ın rububiyetine, görüp gözeticiliğine ortak koştukları ise başta kendi nefsi olmak üzere kendisinde güç vehmettiği tüm dünyevi metalar. Aynı Kârun gibi manen “ben bunu kendi ilmimle elde ettim” demesi nefsine bir nevi rububiyet verdiğini gösteriyor.

Hızır aleyhisselam kıssasıyla ise şöyle bir ders verildiğini düşünüyoruz. Hızır için Cenab-ı Hak “Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik” (Kehf 18/65) buyuruyor. Yani aslında Hızır kendisine burada zikredilen şekliyle -ledünnî- ilim verilen tek kul değil, onun gibi Allah’ın daha nice kulları var. Dolayısıyla Hızır’ı burada onların bir temsilcisi olarak görebiliriz. Hızır’la bize verilen ders ise, günlük hayatta yaşadığımız, karşılaştığımız ve zahiren bize adaletsiz ve merhametsiz görünen tabloların ardında Hızır gibi, Cenab-ı Hakk’ın müekkel melâike ve rûhânîlerden görevlilerinin olduğu, İlahi Zât’ının adalet, rahmet ve inayet ilkelerini bu kullarıın eliyle bu dünyada tecelli ettirdiği, takip ettiğidir. Diğer taraftan Hz. Musa ile bize verilen ders ise, eğer ortada bir adaletsizlik var ise buna ilâhi ilke gereği karşı olmak gerektiğidir. Dolayısıyla aslında Hızır ve Hz. Musa birbirine muhalif noktalarda duruyor gibilerken ikisi de aynı ilkelerin arzda tecellisi için, tahakkuku için gayret sarf eden fakat iki ayrı alemde olan Hakk’ın iki kulu mesabesindedirler.

Nübüvvet-velayet ilişkisi

İbnü’l-Arabî Fusûsu’l-Hikem’inde Musa fassında nübüvvetin velayetten açıkça üstünlüğünü ifade ederek, aslında bu yolculukta Hızır’ın Hz. Musa’nın emrine tabi olduğunu söyler. Aynen Rasulullah aleyhissalatuvesselam’ın hurma ağaçlarının budanması meselesinde ashabına “siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz” dediği gibi, bir nebînin her şeyi bilmesi gerekmediğini, Hz. Musa’nın farklı bir boyutta cereyan eden Hızır’ın fiillerinin hikmetini bilmemesinin normal olduğunu belirtir. Diğer taraftan Hızır’ın yerine getirdiği üç görevde aslında Hz. Musa’nın hayatında yaşadığı üç olayı ona hatırlatma amacı olduğunu da sözlerine ekler. Çocuğu öldürmesi, Hz. Musa’nın bir kıptîyi öldürmesini; gemiyi tahrip ederek denizde tehlikeli bir yolculuğa sürüklemesi Hz. Musa’nın henüz bebekken bir sandala konulup nehre bırakılması gibi tehlikeli yolculuğunu, duvarı ücret beklemeden tamir etmesi ise onun Hz. Şuayb’ın kızlarının hayvanları için karşılık beklemeksizin su taşımasını hatıra getirir. Dolayısıyla burada şöyle bir mesaj da vardır, Hz. Musa’ya bu hadiseleri yaşatanla Hızır’a bu talimatları veren Zât Bir’dir. Hadiseler onun meşietiyle takdir edilmiştir. Bu noktada sûrenin son ayetini, Efendimiz aleyhissalatuvesselam’ın lisanından aktarılan cümleyi hatırlayalım: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım, (Ne var ki) bana, ‘Sizin ilâhınız ancak bir tek ilâhtır’ diye vahyolunuyor” (Kehf 18/110).

Özetle, sûrenin başında ve sonunda vurgulanan tevhid mesajı, yani kemal-i iman, ancak içinde dört ayrı temsille bize anlatılmak istenen adalet ve rahmetle, yani celal ve cemal tecellilerinin tahakkuk etmesiyle yerini buluyor.

  09.05.2020

© 2021 karakalem.net, Abdullah Taha Orhan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut