İnsan olmadan İslam olunur mu?

Abdullah Taha Orhan

Ahirzaman bedevileri olarak bir düşünelim: İnsaniyetin en yüksek mertebesi olan İslamiyet’e mensubiyet iddiasındayken insaniyetin en alt mertebelerinde dahi sıkıntılarımız yok mu? Post-modern çağın müslümanları olarak en büyük dertlerimizden biri, insan olmadan İslam olmaya çalışmamız olabilir mi?


BEDİÜZZAMAN’IN İSLAMİYET’İ tarif ederken kullandığı dikkat çekici ifadelerden biridir, “insaniyet-i kübra olan İslamiyet…” der. Yani “en yüksek insanlık”. Demek ki insaniyetin daha alt mertebeleri de mevcut. Kur’an-ı Hakîm’de yer alan “ey insanlar” hitabını böyle düşünebiliriz belki, sadece en yüksek mertebede olanlar değil, tüm insanlara hitap ediliyor. “Ey iman edenler” ise insaniyetin en yüksek mertebesinde olanlara mahsus bir hitap şekli.

Burada insanın aklına şu soru geliyor: İnsan olmadan müslüman olmak mümkün müdür? Yani insaniyetin alt mertebelerinde de olsa önce insaniyet tamam olup ancak sonrasında müslüman olunabilir. Henüz insaniyeti tam olarak gerçekleştirememiş birinin İslam’ı, “Bedevîler ‘inandık’ dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama ‘Boyun eğdik’ deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi” (Hucûrat 49/12) ayetinde bahsi geçen bedevilerin İslam’ı gibi henüz sadece söylem düzeyinde bir İslamiyet olacaktır.

Ahirzaman bedevileri değil miyiz?

Bunu sadece o günkü ve o toplumdaki bedeviler için değil, ahirzaman bedevileri olan kendimiz için de düşünelim. İnsaniyetin gereklerini yerine getirdik mi, getiriyor muyuz? İnsaniyetin en yüksek mertebesi olan İslamiyet’e mensubiyet iddiasındayken insaniyetin en alt mertebelerinin gereklerinde dahi sıkıntılarımız yok mu?

İmanın, ya da bir diğer deyişle İslamiyet’in şubelerine, mertebelerine bir bakalım. “İman yetmiş küsur bölümdür; en üstte ‘Allah’tan başka ilâh yoktur’ sözünü kabul etmek ve en altta ‘insanlara sıkıntı veren bir nesneyi yoldan kaldırmak’ bulunmaktadır, haya da imanın bir parçasıdır” (Buhari, İmân, 3). Efendimiz aleyhissalatuvesselamın bu hadis-i şerifte buyurdukları üzere, yoldaki bir engeli kaldırmak imanın/İslam’ın en alt mertebesine işaret ediyor. İnsaniyetin en alt mertebelerinde ise, bir engeli gidermekten daha alt bir mertebe olarak insan kardeşlerinin hakkına riayet, diğer bir deyişle kimseye bir engel teşkil etmemek ve daha da ötesinde hiçbir canlının hakkını yememek geliyor olmalı. Peki biz müslümanlar olarak acaba bu en alt mertebedeki “insan ahlakını” dahi gerçekleştirebiliyor muyuz?

“Hem insanî hem dinî görevimiz”

Cuma hutbelerinde bazı ahlakî kaideler hatırlatılıp “bu hem insanî hem de dinî bir vazifemizdir” denir. Yukarıda zikredilen şekliyle baktığımızda bu ifade biraz daha anlam kazanıyor. İnsanî ve dinî vazife elbette birbirini nakzetmez, birbiriyle çelişmez. Fakat aralarında derece farkı vardır. Her dinî vecibe aynı zamanda insanî bir zorunluluk, her insanî ahlak da son tahlilde dinî bir vazifedir.

Hasılı ahirzaman müslümanları olarak en büyük dertlerimizden biri, insan olmadan İslam olmaya çalışmamız olsa gerek. Bu yüzdendir ki kimi zaman toplumsal hayatta dindar insanlardan gördüğümüz bazı şeyler karşısında bunalır, dindar olmayan insanlarınsa yaptıkları bazı şeylere hayran oluruz. Mesele son tahlilde insaniyettir elbette. Dindar olmayanlar insaniyetin en üst mertebesi olan İslamiyet’i yaşamasalar dahi daha alt mertebeleri kimi zaman dindar olanlardan daha iyi yaşayabilmekteler. Dindar olanlarsa en yüksek insaniyeti gerçekleştiremedikleri gibi, daha alt mertebedeki ahlaklarda dahi dindar olmayanların gerisine düşebilmekteler.

Bir hocamızın şöyle bir kitabı var: İslamiyet Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme. Bu isimden ilham ile biz de şöyle diyelim: insaniyet ışığında müslümanlığımızla yüzleşmeye ihtiyacımız yok mu, ne dersiniz?

  02.04.2019

© 2021 karakalem.net, Abdullah Taha Orhan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut