Korkuluğun Kalbi

SOĞUKTU VE bütün gece kar yağmıştı. Küçük kız sabahın ilk pırıltılarıyla beraber yatağından kalkmış, pencereye doğru koşarak perdeleri ardına kadar açmıştı. O da ne!? Hiçbir şey görünmüyordu ki! Cam buz tutmuştu. “Huh! huh!” deyip camdaki buzu eriterek kendine irice bir “göz deliği” açtı. Şimdi evin arka tarafından aşağılara doğru uzanan tarlayı rahatlıkla görebiliyordu. Bembeyazdı. Her taraf bembeyazdı. Büyük ağacın ve onun yanındaki küçük ağacın dallarından lâhana toplarına benzeyen kar sepetleri asılıyordu. Ve birden tarlanın ortasındaki korkuluğu gördü. Şapkasının üstü karla dolmuştu. “Korkuluk ne kadar da korkunç,onun yüzünden şu tarlada bi oynayamadım” dedi.

Ufaklığın bu yaşına kadar gördüğü en korkunç şey korkuluktu. Onun, alaycı ve hırsız kargalardan, tarlayı koruduğunu bilmese, ne yapar eder babacığını ikna edip ondan kurtulurdu. Çok çirkindi ama! Hem çirkin, hem de iğreeenç! Arada bir onu rüyalarında bile görürdü. Kâbuslarında yani. Çünkü “korkulu rüyalara kâbus denir” demişti annesi.

Küçük kız, giderek daha da büyüttüğü göz deliğinden korkuluğu uzun uzun seyretti. Bir ara neşeli şakımalarıyla birkaç saka kuşu, korkuluğun tepesinde, uçuşmaya başladı. “Ha ha! Şimdi korkar kaçarlar”, dedi küçük kız. Kaçmadılar. Neşeli şarkılarını söyleye söyleye, korkuluğun samandan gövdesine geçirilen o eski ceketin üzerine kondular.

“Kalbine kondular” dedi. Ama korkuluğun kalbi var mıydı ki? Sakalar korkuluğun sağına soluna konuyor, üstünde uçuşuyordu, arada bir de ceketin ceplerine girip girip çıkıyorlardı. Birisi ceketin cebine girerken, diğerleri şakır şakır ötüşüyordu. Doğrusu pek merak etti. Bu gulyabanide ne vardı da, sevimli sakalar etrafından ayrılmıyorlardı. Hem koskoca kargaların ödünü patlatan korkuluk, bi lokma sakalara bişeycik yapmaz mıydı ki? Korkuluğun kalbi var mıydı? Sakalar onu niye severlerdi. Ya korkuluk niye ilişmezdi sakalara?

Sabah kahvaltısındaki, tereyağlı kızarmış ekmeklerin hepsini yemek ve sütü de dökmeden tamamını içmek karşılığında, babasından kendisini korkuluğun yanına götürmesine dair söz aldı.

Kahvaltı bitince, “hadi kızım” dedi babası. Yürü bakalım aşağı tarlaya, korkuluğu görmeye. Baba-kız el ele tutuşup karla kaplandığı için pek de belli olmayan patikadan korkuluğa yürümeye başladılar. Merak ediyordu ama, korkmuyor da değildi. Hele şu geveze kargalar olur olmaz yerde “Gaak!” diye bağırmıyorlar mıydı. İçi pek ürperiyordu doğrusu. Acaba vazgeçse miydi?

Karda bir yığın iz bırakarak, bata çıka süren kısa yolculuktan sonra korkuluğun yanına geldiler.

-Baba, dedi küçük kız. Niye sakalar kargalar gibi korkuluktan korkmuyor? Niye üzerinde uçuşup, ceketine konuyorlar, ceplerine giriyorlar? Korkuluk sakalara bişeycik yapmaz mı? Kargalara mı yapar? Severler mi sakalar korkuluğu, ya korkuluk?

Küçük kızının merakını anlayan baba korkuluğa doğru ilerledi.

-Bak kızım, dedi. Her şeyin sırrı bu ottan adamın kalbinde gizli.

-Kalbinde miii? diye sordu küçük kız. Demek korkuluğun kalbide varmış diye düşündü.

-Yaa! Korkuluğun kalbi var öyle mi?

-Var ya!

Sonra babası, korkuluğun ceketindeki sol üst cebe elini daldırdı ve bir avuç buğday çıkardı. Gördün mü bak? Korkuluğun kalbi burada işte. Sakalar serçeler kışın dane bulamaz diye, biz korkulukların cebine buğday koruz.

  24.04.2002

© 2021 karakalem.net, İsmail Örgen



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut