*Bu sayfa, sitemize gelen, sitemizdeki ana sayfaların formatına denk düşmediği için bu sayfalarda değerlendirmediğimiz, ancak paylaşmaya değer bulduğumuz yazıların sunulduğu bir havuz olarak tasarlanmıştır.

 Bir Başka Açıdan Nietzche

3 OCAK 1889 sabahı… Nietzsche ‘akıl’dan bağımsız bakmaya çalıştığı ‘anlamsız’ ve ‘düzensiz’ dünyaya bugün aklını bütünüyle kapadı. Fizikî hayatının sona ereceği 25 Ağustos 1900’e kadar o artık ya Dionizus’tur ya da ‘Haç’a gerilen adam.’ O gün, dışarıdan gelen gürültülere uyanıp sokağa inen Nietzsche, yaşlı bir atın sahibi tarafından feci şekilde dövülmüş olduğunu görür. Kollarıyla atın boynuna sarılır ve yere düşer. Bu düşüş, Nietzsche’nin ‘aklı başında’ son düşüşüdür. Abesiyetin ve kör tesadüfün yönetimindeki öznel dünyasında artık ona düşen rol, elinde fenerle pazar yerine dalıp “Tanrı öldü” diye bağıran ‘deli’yi oynamak olacaktır.

‘Elinde çekiçle felsefe üreten’ bu adam, Batı medeniyetinin hastalıklarını çok iyi teşhis eden bir doktordur. Aydınlanma’nın, bilimin, aklın ve Darwinci insan ve evren anlayışının vücut verdiği Batı modernitesi, ona göre, yeni bir mutlakçı düşünce üretmiştir. Eski Yunan’da akla ve mitolojiye, Orta Çağda Hıristiyanlığa, modern dönemde ise akla ve bilime dayalı olarak üretilen mutlak bilgi kavrayışları insanlığın düşünme ve bilme biçimini tayin etmiştir. Oysa Nietzsche’ye göre, ilerleme fikrini temel alan Batı modernitesi ondokuzuncu yüzyıl sonuna gelindiğinde kendi sınırlarına ulaşmış; bilim, akıl ve teknolojiye dayalı hakim paradigma yeni problemlerin çözümünde ve daha kamil ve zengin bir beşerî tecrübeyi yakalamanın önünde bir engel haline gelmiştir. Ona göre, modern insan hayatın rasyonel ilkelere göre yönetilmediğini anlamalıdır; çünkü zorbalık, zulüm ve saçmalık bu hayatın karakteristiğidir. Bilimin ‘hayatta en hakiki yol gösterici’ olduğunu iddia etmek, ona göre, sadece bir kandırmacadır. Ne bilim, ne de akıl, bize iyi-kötü, güzel ya da çirkin gibi moral değerler konusunda hiçbir standart sunamaz. Batı modernitesi hiçbir aşkın değer, ebedî hakikat, ‘tabiî yasa’ ve bilgi için sağlam bir temel ortaya koyamamıştır. Tüm bilgi belirli tarihî bir durumda insanlar tarafından oluşturulmuştur; bu yüzden onu oluşturan insanlardan bağımsız moral hakikatler olamaz. Burjuva kültürü çökmüştür ve kendini yıkmakla meşguldür. Beşerî faaliyetlerin, bilim ve aklın sınırlılığını ortaya koyan rasyonel olmayan bir boyutu vardır; akıl diğer beşerî insiyaklarla çelişmiş ve insanın kendini gerçekleştirmesini, tatminini ve hürriyetini engellemiştir. Modern insan yozlaşmış ve güçsüz düşmüştür; bunun da en önemli sebebi, beşerî irade ve insiyakların rasyonaliteye kurban edilmiş olmasıdır.

Batı modernizminin aşırı rasyonelliği karşısında yapılması gereken, bunu aşarak hayatın gerçek gücünü oluşturan karanlık ve esrarengiz insiyaklara kucak açmaktır. “Kim iseniz, o olmalısınız” der Nietzsche. İnsanın sahip olduğu potansiyeli gerçekleştirebilmesi, onun deyimiyle ‘üst-insan’ olabilmesi için bu şarttır. Tam da bu yüzden, her türlü cismanî lezzeti afaroz eden Hıristiyanlık, ona göre ‘bu dünya’dan kovulmalıdır; çünkü herşey bu dünyada başlar ve burada biter. ‘Öte dünyacılık’ insanın kendisini gerçekleştirmesini önleyen bir afyondur. Bu anlamda Nietzsche dünyevîleşmenin (sekülarizm) sahte peygamberidir.

Fakirlerin ve zayıfların sesi olarak Roma’yı ele geçiren Hıristiyanlık, bu ‘köle ahlâkı’nın temsilcisi olarak üsttekilerin, ‘efendilerin’ sahip olduğu her türlü özelliği ‘kötü’ olarak nitelemiş, böylece ‘yaşama sevinci’ni yok etmiştir. Bunun yerine, kendi aşağı ve ‘kahrolası’ hayat değerlerini herşeyin standardı yapmıştır. Aydınlanma’nın müminleri Hıristiyanlığa acımasızca saldırmışlardı, çünkü Hıristiyanlık insan aklına aykırıydı. Ancak, Hıristiyanlığı yok etmeyi değil makul bir din haline getirmeyi hedefledikleri için, Hıristiyan ahlâkını korudular. Nietzsche’nin Hıristiyanlığa saldırısı ise hayat kıvılcımını ve beşerî iştiyakları boğduğuna inanmasından kaynaklanır. Fakat Hıristiyanlığın en büyük cinayeti, yeryüzünde onun hükümranlığını temsil ettiğini ileri sürerken gerçekte Tanrı’yı öldürmesidir. Kiliseler Tanrı’nın gömüldüğü mezarlardır. Dostu, ünlü besteci ve Yahudi düşmanı Richard Wagner’e saldırması da bu yüzdendir. Bir Hıristiyan karşıtı olarak gördüğü Wagner’in 1882’de sahnelenen Parsifal isimli operasında Hıristiyan imanını ikrar etmesi, Nietzsche’yi, bu muhteris ehl-i dünyanın Hıristiyan öte-dünyacılığını iltizam etmesi biçiminde ortaya çıkan ikiyüzlülüğe duyduğu şiddetle tepkisini Anti-Christ’ta (1888) ifade etmeye götürmüştür. Şöyle der Nietzsche: “Bugün eyleme dönüşen her saat, her insiyak, her değerleme Hıristiyanlık karşıtıdır: Modern insan hatadan mürekkep öyle bir canavardır ki, buna rağmen utanmadan kendisine Hıristiyan diyebilmektedir!” Nietzsche’nin İsa (a.s.) Hırıstiyanlığını gerçek Hıristiyanlık olarak gördüğünü ve saldırılarına nesne yaptığı Saint Paulcü Hıristiyanlıktan bunu ayırdığını belirtmek de hakşinaslık olacaktır.

‘Tanrı’nın öldüğü,’ saçma, dolayısıyla düzenden yoksun bir dünyada yapayalnız, kendi başına, çıplak bir insan vardır. Kendisine yabancı, tüm kâinata yabancı, mütevahhiş. Diğer insanlar, Sartre’ın deyimiyle, onun yeryüzündeki cehenneminden başka birşey değildir. O güne kadar savaşıp sömürgeleştirdiği tabiat kendisi için büyük bir tehlike kaynağıdır; çünkü var olan herşey, kör tesadüfün oyuncağıdır artık. Dalâletin, burada Tanrı’nın öldüğünü varsaymanın, beraberinde getirdiği ızdırarî bir sonuçtur bu. Düzenin ve anlamın olmadığı bir dünyada insan Tanrı’nın tahtına geçmek zorundadır; çünkü düzen ve anlamı inşa etmek tanrılaşmayı gerektirir. Bu tanrı-insan, Nietzsche’nin ‘üst-insan’ıdır. Farazî bir varlığı olan insan benliğinin sanal olarak da olsa reelleştirilmesi tarih boyunca Firavun ve Nemrutları ürettiği gibi, Nietzsche’de de ‘üst-insan’ idealini üretmiştir.

‘Tanrı’nın öldüğü’ an, tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesinin zorunlu hale geldiği andır. Bundan dolayı, önceye ait olan herşeyin reddedilmesi, yani nihilizm, Nietzsche için bir çıkış noktasıdır. Önce iyi ve kötü’nün ötesine geçerek, günlük hayatın nihilist tabiatı ikrar edilmelidir. Ancak bundan sonra yeni değerlerin oluşturulması mümkün olabilir. İşte o zaman insan kendisinin efendisi olur ve ‘bir başkası’ yerine kendisine tâbi olur. Böylece Batı modernitesinin doğurduğu tek biçimcilik, sıradanlık, bilim ve aklın tiranlığının aşılması ve insana hürriyetinin yeniden iadesi mümkün olabilecektir. İsteme kudretine cesaret eden insan ‘kudret iradesi’ ile iyi ve kötünün ötesine geçerek kendi düzen ve anlamını kurar ve Batı medeniyetinin tüm kısıtlamalarından kurtulmuş olur. “Yapmayacaksın” yerine “Yapacağım” diyen insandır bu. Kulluk zincirlerinden kurtulmuş, dalalet vadilerinde at süren, alan, isteyen, çaba gösteren, mücadele eden ve hükmeden olarak hayatını yaşarken, bunun anlamsız olduğunu da bilir. Hayatın anlamını anlamsızlıkta arayan bu insanın şiarı Nedim-i Şeyda’yla aynıdır: “Gülelim, oynayalım, kâm alalım dünyadan/Mâ-i tesnim içelim çeşme-i nev-peydadan.”

Nietzsche’nin görüşlerindeki ‘kötümserlik,’ ondokuzuncu yüzyıl sonu, yirminci yüzyıl başı düşünürlerinin ortak temalarından biridir. Bu da Batı modernitesinin bir kriz içinde olduğu gözlemine dayanır. Oswald Spengler’ın 70’li yıllarda, dindar, milliyetçi ve muhafazakar çevrelerde pek rağbet bulan Batı’nın Çöküşü isimli eseri de bu dönemin bakış açısını yansıtır. Ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde, Batı modernitesinin görünümü bir çürüme ve yozlaşma tablosudur. İlerlemenin iman olarak görüldüğü böyle bir çağda, bunu reddetmesi bile Nietzsche’yi önemsememizi gerekli kılar. Bilimsel devrim, orta sınıf bireyciliği, Marksizm, pozitivizm ve materyalizmin ivme kazandırdığı ‘Tanrı’nın ölümü’ ile, geleneksel moral değerlerin tüm anlamını ve geçerliliğini yitirdiği bir dünyada, artık ‘hiçbir şey doğru değil’di ve ‘herşey doğru’ydu.

Bu yıkımdan Nietzsche’nin yalnız, düşünen, son derece güçlü bir iradeye sahip, ‘evliya gibi,’ kendi-efendisi olmanın gülen ve danseden sesi Zerdüşt de bir çözüm üretemez. Bu yüzden Nietzsche’nin düşünceleri ateist varoluşçuluğa kaynaklık etmiştir. Ancak, bu ‘problem düşünür’ün aklın ve bilimin tiranlığını deşifre etmesi, bir proje olarak Batı modernitesinin başarısız olduğunu vurgulaması ve nihayet yeni bir tarih için yeni bir değerler kümesine ihtiyaç olduğunu söylemesi onu bugün de güncel kılmaktadır. O, kendisine hasta olarak getirilen Batı medeniyetinin aile doktoruydu. Hastalıkları iyi teşhis etmişti, ancak hiçbir müşahhas tedavi önerisinde bulunamamıştı.

Liberalizm, Aydınlanma, demokrasi, Hıristiyanlık vd. Batı modernitesinin sembol kurumlarını radikal bir eleştiriye tâbi tutan Nietzsche, bu kurumların kendilerini rasyonel olarak haklılaştırmakta başarısız olduklarını, Batı modernitesinin kendisini onarma imkân ve kabiliyetinin bulunmadığını, bu yüzden, en üst moralite kaynağı olarak insanın kudret iradesine tutunarak ‘üst insan’ olmayı başarmasını önerir.

Karşılığı olmayan, uygulanabilirliği bulunmayan bir öneridir bu. Tanrısız bir dünyada anlam ve düzeni inşa etmenin imkânsızlığını gösteren bu durum, herşeyin O’nun marifetine bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. O’nun marifeti olmadığında ilim vehimden ibaret kalır, akıl ise insanı sürekli taciz eden bir işkence âleti. Sonsuzluğun müşterisi olanlar, okyanusu bir testinin içinde arayamazlar. Nur-u Muhammedî olmadan kimsesiz, biçare varlıkların matemhanesine dönüşür tüm kâinat. Onun nuru bir kimya gibi varlığı ışıttığında ise, tüm varlıklar aynı Yaratıcıya iman bağıyla intisab etmiş, amaç birliği içinde bulunan ‘kardeşlere’ dönüşür.

56 yıllık hayatının son on yılını aklı kapalı, ondan önceki on yılını gezgin ve avare olarak yaşayan, genç yaşından itibaren görmekte zorluk çeken, sürekli hastalıklarla yaşayan, uyumak için bile bir sürü ilaç kullanmak zorunda olan, evlenememiş fakat onüç eser vermiş, insanlık tarihinin en karanlık çağlarından biri olan ondokuzuncu yüzyılın çocuğu Nietzsche’yi hatırlamak bir ibret ve tefekkür vesilesidir: çünkü insan mükerrem bir varlıktır. Hakkı ararken bazen bâtıla hak diye yapışabilir. Bu arayışa selam olsun!

ahmetyildiz@zaferdergisi.com

Nietzsche’ye küçük bir hatırlatma: Kilisenin duvarları arasında öldüğünü söylediği Tanrı tüm mü’minlerin kalbinde ve büyük kâinat mescidinde hiç ölmedi. Çünkü O, ölümsüz olandır. O her zaman diri olduğu içindir ki, biz de var olmaya devam edeceğiz.

  03.07.2002

© 2021 karakalem.net, Ahmet Yıldız



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut