*Bu sayfa, sitemize gelen, sitemizdeki ana sayfaların formatına denk düşmediği için bu sayfalarda değerlendirmediğimiz, ancak paylaşmaya değer bulduğumuz yazıların sunulduğu bir havuz olarak tasarlanmıştır.

 Sam Amcanın Kulübesi

DÜNYA GÜNDEN güne, ‘Sam Amcanın kulübesi’ olma yolunda ilerliyor. Merkezinde Amerika’nın yer aldığı küresel meta endüstrisi, her geçen gün yeni zaferler kazanıyor. Ama herşeye rağmen,

bu akıntıya karşı yapabileceğimiz birşey var:

sade hayata dönüş...

DAHA 1750 yılında yazdığı “Bilim ve Sanatlar Üzerine Nutuk” isimli çalışmasında J. J. Rousseau, bilim ve sanatta kaydedilen ilerlemelerin insanları ‘bozduğunu’ ileri sürmüştü. Hayatını devam ettirebilmek için yeme-içme, giyinme ve barınma gibi en temel ihtiyaçlarını kendisine ‘sebil’ olarak sunulan tabiattan elde eden ‘ilkel’ insan, son derece basit ama mutlu bir hayat sürmüştü. Henüz mülkiyetten kaynaklanan eşitsizlikler, ve çoğaltılıp çeşitlendirilen ihtiyaçlara bağımlılıktan kaynaklanan kölelik sözkonusu değildi.

Modern toplum, bilim ve sanattaki gelişmeler sayesinde ‘sade ve mutlu insan’ı yok etmiş, yoksunluğu süreklileştirerek insanın insana karşı güçsüzlüğünü ve fakirliğini kalıcılaştırmıştı. Modern insan mutluluğa giden yolun adresini kaybetmişti.

Gerçekten de ‘maddî terakki’yi eksen alan modernleşme sürecinin günlük hayatımızda meydana getirdiği değişiklikler, bilim, teknoloji ve sanattaki ilerlemelerin sade insanın mutluluğu pahasına gerçekleştiğini açık biçimde ortaya koymaktadır. Dünyanın küresel bir köy haline gelmesi, problemlerin küreselleşmesi ve daha çok sıkıntı anlamına gelmekte; ‘refah bölüşümü’ açısından ise zengin Kuzeyli azınlığın çıkarına hizmet etmektedir. İletişim, bilişim, ulaşım ve genetikteki gelişmeler milyarlarca insanın nisbî yoksunluğunu ortadan kaldırmak bir yana daha da derinleştirirken, açlık, kötü beslenme, eğitimsizlik, sağlık hizmetlerinden uzaklık, evsizlik gibi temel beşerî yoksunlukları gidermekten çok uzak bulunmaktadır. Beşerin bulaşık elinin bulaştığı herşey, yaratılış kastından uzaklaşarak ‘dünyaya bakan’ bir mahiyet kazanmaktadır. İnsana tabiat sergisinde lutfedilen her nimet, acz ve fakr kaynaklı ağlama ve isteyişlere verilen bir ihsan olarak değil de, ‘celb, galebe ve mücadele’ sonucu ortaya çıkan bir ‘iktisab’a dönüştürüldüğünde ‘iktisat’ yitip gitmekte, şükür yerini küfrana bırakmaktadır. Sonuç, insanlık adına büyük bir hüsrandır.

Gerçekten de, meselâ Amerikan toplumunda, daha bir çeyrek yüzyıl önce istatistiksel olarak çok az olan kronik hastalıklar bugün büyük oranlara ulaşmış durumdadır. Modern tıp ilerledikçe, sanki insanın ‘semaya’ başkaldıran burnu sürtülmek istenircesine daha önce olmayan ya da çok sınırlı olan hastalıklar ortaya çıkmakta ve kitleselleşmektedir.1 Şifanın kaynağı gözardı edildikçe, insan şifayı tıptan (sebeplerden) bekledikçe, fıtrata karşı kürek çektikçe hastalıklar haniyse sel gibi akmaktadır. Modern insan, hastadır. Kalp ve kanser rahatsızlıklarından psikolojik bozukluklara.. hastalıktan uzak nüfus kesimleri, küçük bir azınlıktan ibarettir. Hastalıkların yaygınlığı ve ‘modern’ niteliği, gündelik hayat tarzıyla, özellikle de vücudumuza aldığımız hemen herşeyin ‘sun’i’ bir nitelik kazanmasıyla yakından ilişkili görünmektedir.

Nasıl mı?

Modern insanın soluduğu hava artık temiz değildir. Hava kirliliği, zararlı güneş ışınlarını süzen ozon tabakasının delinmesi, insanı ‘havadan sebeplerle’ bizar etmektedir. Küresel ısınma ile dengeleri altüst olan iklimler ve sadece nükleer santrallarda değil, cep telefonundan güvenlik kontrol cihazlarına kadar birçok yerde karşımıza çıkan radyasyon tehlikesi, modern insanı ayırımsız olarak aciz bırakmaktadır.

Peki, ya sularımız? Musluk suyunun içilebilir olduğu söylendiğinde seviniyoruz. Ama bu su, tüm besleyici minerallerinden arındırılarak içilebilir kılınmaktadır. Kaynak sularını ise, hijyeninden emin olmamakla birlikte, ancak para vererek içebiliyoruz. O güzelim ekmeklerimiz çoktan tarihe karıştı. Tüm lezzetini yitirmiş kanserojen katkı maddeleri ile beyazlatılan ekmeklere mahkumuz artık. Hidrojenize edilmiş sütler de kanserojen özellik taşıyor.

Yumurta mı? Modern besi çiftliklerinde genetik mühendisliğinin sağladığı imkânlarla kısa sürede seri olarak üretilen tavukların yumurtalarının tadı tuzu yok. O tavuklardan üretilen etler ise tam bir hastalık kaynağı. Tabiî gıdalar yerine bolca hormonla desteklenen tavuk üretimi insan metabolizması için büyük bir tehdit. Yine ölçüsüz hormon kullanımıyla önümüze sürülen sebze ve meyveler, görüntü ve tatlarını yitirirken birer hastalık kaynağına dönüşmüş bulunuyor. Balımız bile şekerlenmiş durumda.

Modern insanın tabiî olarak tüketme mutluluğuna erişebildiği o kadar az şey kaldı ki! Balıklar bile, deniz ve nehirlerdeki kirlenmeden nasibini aldığı gibi, balık üretme çiftliklerinde üretilenler de, yine bol hormonlu sun’î gıdalarla beslendiği için tabiîliğini çoktan yitirdi. Delidana hastalığı bir tarafa, kırmızı ette de aynı riskler mevcut. Yemeklik yağların hemen her türü, eğer fabrikasyon sürecinden geçmişse, sağlığa zararlı bileşenler içeriyor.

Yediğimiz gıdalar böyle de, yeme biçimimiz olduğu gibi mi duruyor?

Sürekli koşturan ve hep zamana sıkışık olan modern insan, yemek yemeye ayıracağı zamandan tasarruf edebilmek için, yeme hızını artırdı. Artık ‘fast food’la besleniyoruz. Küresel kapitalizmin mutfağı yerel mutfakları katlederek dünyayı onbinlerce McDonald’s ile doldurdu. Dünya ‘Sam Amcanın kulübesi’ olma yolunda ilerlerken mutfakta yangın çıktı! Yerel yemek kültürleri bu yangında yitip giderken, küresel meta endüstrisi büyük bir zafer daha kazandı. Artık Amerika’dan Japonya’ya, Güney Afrika’dan İskandinav ülkelerine kadar dünyanın dört bir tarafında standart bir mutfağımız var. Yaşasın McDonald’s!

Hem yediklerimiz hem de yeme biçimimizle tabiî olandan hızla uzaklaşırken, beşerî hayatı mekanikleştirme yolunda büyük adımlar attık. En fıtrî lezzetlerden biri olan yemek yemeyi bile bir arabanın benzin ikmaline dönüştürdük. Neticede küçücük birşeyi kaybettik: sade insanın ‘basit şey’lerden zevk alan fıtratla barışık mutluluğunu. İyisi mi, siz ‘muasır medeniyet seviyesi’ne ulaşmayı millî ülkü olarak görenlere aldanmayın ve modernlikten istifa edip köyünüze geri dönün. “Köylerimizi de modernliğe kaptırdık” diyorsanız, aklınıza ve kalbinize mukayyet olun. Samed olana ait olan kalbinizi bu selden korudukça, aklınız selim kalırken, duygularınız da ‘mutlu’lukla ünsiyet edecektir.

1- Nitekim, Amerikan sağlık istatistiklerine bakıldığında, tıptaki muazzam gelişmelere, sağlık sigortası ve harcamalarındaki iyileşmeye rağmen, modern hayat tarzıyla yakından ilişkili olan kronik hastalıklarda sürekli bir artış görülmektedir. Bk. Chartbook on Trends in the Health of Americans. Health, United States 2002 (Hyasville, Maryland: National Centre for Health Statistics, 2002), s. 17. Aynı istatistikler, Latin ve siyah nüfusun, beyaz nüfusa oranla çok daha sağlıksız bir tabloya sahip olduğunu da ortaya koymaktadır.

ahmetyildiz@zaferdergisi.com

  10.12.2002

© 2021 karakalem.net, Ahmet Yıldız



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut