Arşiv

 Ölümün Arayüzü

Ölümün bir yokluk girdabı değil, mü’min için buradakinden rasih bir mevcudiyete intikal anı olduğunu bilmek insan mahiyetini serinleten bir iksir etkisi yapıyor, ruhumuzda elem diye bir şey bırakmıyor. Ölümün anımsattığı ürperti ve korku da yavaş yavaş kayboluyor.


BİZ, ELHAMDÜLİLLAH DALÂLETİN ELEMİNİ ÇEKMEDEN, bir “öbür dünya”nın varlığını ailelerimizden taklidî de olsa öğrenerek büyüdüğümüz için ahirete inanmayarak yaşama eleminin nasıl bir elem olduğunu hiç tatmadık. Ölümü ister istemez herkesi pençesine alan tesadüfi bir zorbalığın celladı zannetmenin insana yaşarken çektirdiği elemi hiç hissetmediğimiz için muhakkak şükretmemiz gerekir, ancak bu elemi izale eden hakikatli izahın özünden çok sathıyla hem dem olmanın neticesi alışkanlıklar yüzünden ve üstelik bu elemin insanın tatlı hayatını nasıl acılaştırdığını tahmin bile etmediğimizden, elimizdekinin kıymetini de pek iyi bilemiyoruz.

Bu elemi çeken insanların halini anlamak için, ölümden sonra benden geriye kalan şeyin faraza “hiç” olacağını hayal etmeye çalıştığımda beynimin mecalsiz kaldığını hissediyorum, zira hayal edeceğim bir nesne, bir varlık, soyut ya da somut harici bir anlam bulamıyorum. Zihin var olan, mevcut şeyleri kolaylıkla tanımlayabilir, algılayabilir, hayal edebilir, tedkik edebilir. Ancak tasavvur etmek istediğiniz şey “hiçlik” ise, neyi düşüneceksiniz? Hayal etmeye çalıştığınız şey “yokluk” ise, neyi hayal edeceksiniz? Hayal edeceğiniz hiç bir şey yok demektir. Yokluğun anlamsızlığı ve tarifsizliği acınıza katık olacaktır.

Bu vaziyetteki bir insan herhalde kendi yokluğunu tasavvur etmek için o anki varlığını bir ölçü olarak kullanmak zorunda kalacaktır, zira var bilinen bir şey tasavvur edilmeden o şeyin yokluğundan söz edilemez; bir şeyin yokluğu söz konusuysa o şey hal-i hazırda var demektir ki yokluğundan söz edilebiliyor. Yani yokluk ancak bir varlığa kıyasla anlaşılabilir, malum..

Evet, insan “ben bir hiç olacağım” derken, hiçliğin suretini veya herhangi bir harici anlamını göremediği için var bildikleriyle hiçliği idrake çalışacaktır. “Ben yok olacağım” dediği an, mesela ellerine bakacak, yok olacaklarını düşünecek. Bedenindeki her bir uzva sonra tüm vücuduna şöyle bir göz gezdirecek, çürüyüp eriyen vücudunun ufak bir zerresinin dahi toprakta başka vazifeler yüklenip kendisiyle alakasının bir daha dönmemek üzere kesileceğini düşünecek.

Sonra yaşadığı hayat boyunca kendisine en tatlı gelen anları hatırlayacak belki. Sevdiği insana sımsıkı sarıldığı anın, canı ne kadar sıkkın olursa olsun güleryüzle misafir ağırladığı anın, çocuk sahibi olduğu günkü coşkusunun, yorgun argın alışverişten geldiği zaman oturmanın ne tarifsiz bir nimet olduğunu düşündüğü anın, bir hayvanın başını okşayıp gözlerine baktığında içinde tutamadığı şefkat duygusunun, bir taziye zamanı dostunu teselli ederkenki samimiyetinin, bir kahve yudumladığında aldığı basit ama tarifsiz zevkin, bir musibet zamanında ihtiyacını giderdiği insanların memnuniyetinin, ve daha bunun gibi binlerce değerli anların ölüm karanlığıyla unutulup, kendisiyle birlikte anlamını yitireceğini vehmedecek. Hatta bu düşünceleri tasarlayan aklı ve şuuru o an var olduğuna hal diliyle en birinci ve kat’i şehadeti ederken, ölüp gittiğinde başına gelenlerin farkında bile olmayacağını, yani onların da yok olacağını düşünecek, ızdıraptan ruhu kavrulacak. Ölüm onun hayatına ait bütün değerlerin azılı katili olacak..

Bizler böyle bir itikada sahip olmadığımız halde, bu hali farazî bile olsa tasavvur ettiğimizde ağır bir elem çekiyoruz. Ancak tasavvurumuzun “farazî” olduğunu hatırladığımız an “oh, elhamdülillah” deyip kurtuluyoruz. Hayalen de olsa o vaziyeti takınıp, o hissiyata bürünüp sonra iman ile çıkıp “oh, elhamdülillah” deyince, insan ister istemez ölüm üzerinde düşünüyor.

İnsan ölümü yaşamadığı sürece nasıl bir şey olduğu hakkında tahminde bulunması ve vazifesinin ne olduğu hakkında yorum yapması imkansız görünüyor. Hz. Azrail ile tanış olana dek ölüm ve ölümden sonrası bizim için gayb-ul gayb. Ancak bize gaybtan haber getiren semavat elçileri yüzyirmidört bin peygamber mümin için ölümden sonra göz görmemiş kulak işitmemiş, Rabbimizin bizim için hazırladığı tabir-i caizse “el değmemiş” bir alemin varlığını; ölümün de bu aleme geçiş nöbeti olduğunu bildiriyor. Maneviyat sahasında ihtisas sahibi yüzlerce kutublar, imamlar, evliya, asfiya ve mukarrebin zatlar ölümden sonrası için hazırlanmamızı tavsiye ederken, ölümün bizi bitirici ve tüketici olmadığını ima ediyor. Asrın Bediisi “ölüm; firak değil, sönmek değil, tesadüf değil, failsiz bir in’idam değil; bir terhistir, bir tebdil-i mekandır, bir paydostur, alem-i berzaha bir visal kapısıdır” diyor.

Evet, ölüm mümin için bilinmezliklerle dolu bir karanlığa gömülüşün, kesif ve mutlak bir tükenişin sembolü değil; daha rasih, daha besatetli bir alem olan berzahta ruhumuza giydirilecek olan libası giymeden önce eski libası ait olduğu alemde bırakma nöbeti diye tarif ediliyor. İmanın dersiyle; ölümün bir yokluk girdabı değil, mümin için buradakinden rasih bir mevcudiyete intikal anı olduğunu bilmek insan mahiyetini serinleten bir iksir etkisi yapıyor, ruhumuzda elem diye bir şey bırakmıyor. Ölümün anımsattığı ürperti ve korku da yavaş yavaş kayboluyor.

Elimizdeki imanın kıymetini bilelim, elhamdülillah!

  11.04.2004

© 2021 karakalem.net, Büşra Karaca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut