*Bu sayfa, sitemize gelen, sitemizdeki ana sayfaların formatına denk düşmediği için bu sayfalarda değerlendirmediğimiz, ancak paylaşmaya değer bulduğumuz yazıların sunulduğu bir havuz olarak tasarlanmıştır.

 Hikmet Taksi

İkimizin gönlünü kaplayan kasavet, esen rahmet yeli ile bir anda temizlenivermişti.. Dalgaları karardade olmuş denize dönüşmüştük... Artık gönül denizinde yelkenlerimizi yeni ufuklara açabilirdik...


GÜYA İŞLERİ bir an önce bitirecektim... Şunu da yapayım, bunu da bitireyim derken, ikindi namazına cemaate geç kaldım. Cami çeşmesinde abdest alıyorum... Gür bir sesle bir anda irkildim: “Ben dağdan indim de geç kaldım. Ya sen ne yaptın da cemaate yetişemedin?” Allah Allah... Bu sesi tanımıyorum. Biraz şaşkın, biraz meraktan, biraz da ürkek, geriye baktım.. Bu simayı tanımıyorum. Toparlanmaya çalışıyorum... “Senin gibi önceden uyaran olsaydı, geç kalmazdım” dedikten sonra başladık muhabbete... Ne iş yaptığını sordum. Taksici imiş. Uludağ’dan inmiş, onun için geç kalmış. İkimiz de gecikmeyi beraberce telafi ettik; namazı cemaatle kıldık.

Ben de, namazdan önce düşünüyorum.. Geç kaldığım için, gideceğim yere taksi ile mi gitsem diye... Zihnim onunla meşgul. “Sen işi düşünme, asıl vazifen olan, varlık sebebin olan ibadeti, namazı düşün” dersi ne kadar berrak ve net değil mi?

Yoldayız. Gidiyoruz. Giderken, birbirimizle daha yakından tanıştık... Sohbetimiz koyulaştı... Sanki yıllardan beri tanışıyoruz...

Artık dertleşmeye başladık. İnsan olur da derdi olmaz mı? Az veya çok, büyük veya küçük... Gün boyunca içimde bir kasavet, gerginlik, karamsarlık, üzüntü hali vardı. Üzgünüm, yorgunum, enerjiye ihtiyacım var. Atamayınca atamıyorsun, ne yapacaksın ki... Belki de yapılacak olan şey, beklemek ve rahmeti gözlemek. Nereden nasıl geleceğini bilmesen de... Sapmalara girmeden, yanlış yolda yanlıştan medet ummadan. Nefis ve şeytanın hileli tuzaklarına düşmeden. Ne kadar zayıf olsak da rahmetten umut etmek, umutla hareket etmek ne hoş. Ay’ın değişen halleri gibi, durmadan değişiyoruz... Dolunay, hilal, daha az ışıklı hali ve karanlıkta kayboluş... İçimiz de sürekli böyle halden hale girmiyor mu? Bazen çok enerjik, bazen az, bazen de sıfıra yakın, sonra tekrar yükseliş... Ay sürekli dönüyor; yeter ki yörüngesinden çıkmasın, rahmetin cazibesinden kopmasın. Ay’dan inelim de takside yolculuğumuza devam edelim isterseniz...

Hızla hareket eden taksi böyle bir heyecan taşıyordu sanki. Rahmete muhtaç iki kırık gönül birbiriyle tanışıyor... Teselli veriyorlar karşılıklı. Yarım saat önce tanışmıyorlardı bile, ama şimdi candan dost oldular.

Önce ben açtım derdimi... Gülümsedi... O da dert mi der gibi... Yine de anlattım. Rahatlamıştım... O da anlattı.

Aynen benim hissettiklerimi hissetmiştir tahminimce. Çare dedik ikimizde? Birlikte bulduk kaybettiğimizi... İnsan ve kul olmanın özü: dua...

Uçan martı... Dalgalanan deniz... Ağaç olmak isteyen çekirdek... Çiçek olmak isteyen tohum... Güneşin etrafında nur toplayarak dönen Ay... Geceyi yaldızlayan yıldız... Yıldıza binen melek... Semekten seyyareye, güneşten kehkeşana, çekirdeğin etrafında dönen elektron gibi herşeyin, ama herşeyin sahibinden istediğimizi istedik. İstedik, çünkü istemek hissi en fazla bize verilmiş.. En garip, en yalnız, en fakir, en aciz, en muhtaç, nazik ve nazenin biziz de ondan... Herşeye muhtacız; öyleyse herşeyin sahibinden herşeyi isteyebiliriz—hayrı, güzelliği, sevgiyi, sevebilmeyi, en sevgiliyi, dostluğu, dost saydığının dostluğunu, ebedi saadeti, ebedi cemali görmeyi, hatta istemenin kendisini...

Gideceğimiz yere vardık, arabayı park da ettik, fakat biz halen sohbeti sürdürüyoruz. Nasıl olsa duada park etmiştik; birkaç dakika daha hakikatle konuşsak ne olurdu!

Tohum bir anda patlar, insan kısa sürede doğar, birkaç dakikada ölebilir, bulutlar bir anda gökyüzünü kaplar veya çekilir, Mirac bir anda gerçekleşir, sıddıkiyet makamına bir anda ulaşılır, kıyamet bir anda kopabilir, alem-i şehadette bir an alem-i misalde koca bir ağaç olabilir... Aynen bunlar gibi, ikimizin gönlünü kaplayan kasavet, esen rahmet yeli ile bir anda temizlenivermişti.. Dalgaları karardade olmuş denize dönüşmüştük... Artık gönül denizinde yelkenlerimizi yeni ufuklara açabilirdik...

Abdestle başlayan, namazla devam eden takside sonuçlanan yaşanmış, yaşadığım bir terapi öyküsü... Rahmet, gelmesi gerekiyorsa, zamanı gelince kendiliğinden geliyor. Hayatın sahibinin Kayyum, Alîm, Hakim, Habîr, Semi’, Basîr, Latîf, ve de Rahman olduğu bilinir ve hayat esma-i hüsna gergefinden geçirilirse, herşey ve her hadise ayrı bir mana, ayrı bir hikmet taşıyor. Nice olumsuzlukların, netice itibarıyla olumlu olduğu görülüyor.

İster caddede yürüyün ister takside gidin, ister ayla beraber dönün, ister atomun derinliğinde kaybolun; herşey aynı kapıya çıkıyor: hikmet...

  05.03.2004

© 2021 karakalem.net, Hüseyin Eren



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut