Arşiv

 Alacakaranlığın Çığlığı

BİR SESSİZLİĞİN, bir kendine dönüşün, kendine yönelişin, sessiz çığlıkların zamanı ve adıdır alacakaranlık. Anlatacakları vardır düşünenlere, dertlenenlere, ızdırabı katık edenlere.

Alacakaranlık yolcuları, bir türküden yola koyularak konuşurlar, bir yalnızlık panayırından sehere bakarak, içlerine ve gökyüzüne doğru: Ben bakımsız bir bahçe olmak istemiyorum. Ben ışıkların cıvıl cıvıl kıpırdadığı nadide baharlarda yaşamayı düşlüyorum hep. Şu meşaleler, bahçemin çiçeklerini canlandırıyor. Gözbebeklerimde koşuyor ve koşuyorum bir yalının penceresine. Bu rüzgâr, yalının hangi incilerini evinden etti diye düşünüyorum. Hangi mahşerin sedefinde gezindi?

Şehirdeki yalnızlık ve alacakaranlık yolcuları. Kocaman binaların örtülmüş tüllerinde ne ışık vardır, ne pırıltı. Çılgın bir kalabalığın yorgun akşamları bir sessizlik örmektedir şimdi vaktin kozasında. İnsanların hasretleri yarıda kalmıştır hep gündüz vakti. Belki gece düşlerinde, yakazalarda da sürmüştür. Neyin peşinden koşar böyle kişioğlu? Koşar koşar da ulaşamaz sonuna. Muştu üstüne muştu saklıdır da dakikaların içinde, göremeyiz, yolundan alıkoyarız onları. Bazen görürüz de, seslerini mi duymayız ya da dinlemeyiz? İster sarı, ister beyaz ya da siyah olalım; uzak ülkelerin birinde veya yakınlarda, böyle değil midir bu?

Alacakaranlık sakinleri çağlayan panjurların arasında ala dağlara baktıkça dağlanan yüreklerine dönüp mırıldanırlar derinden derine: Ben bakımsız bir bahçe olmak istemiyorum. Bunun için çağırıyorum fikir kekliklerini, turaçları dallarıma, yemişlerime. Adalarla rabıtalarım var benim, uzak ve yakın denizlerle, ak ve kara saçlarla. Bir sanatçı ‘faniliğin acı tortusu’ diyordu. Rabıtam var ömrün fezalarıyla, okyanuslarıyla, havalanan hülyalarıyla. Müşfik sesleriyle dostlarımın. Rıhtımlarıyla zamanın.

Bir göl gibi dinlemek istiyorum akan rüzgârın sesini. Onun sükûnetli dünyasında terbiye etmek istiyorum duygularımı. Evrensel serinliğe bırakmalıyım ateşimin şiddetini. Niçin anlamayız, derinden derine duyumsarız da? İnsanın gözünde tüten burada değildir aslında. Bu dar vakitlerde izini araya araya gittiğimiz, şimdi uzaklardadır. Ferahlık dediğimiz, huzur diye adlandırdığımız, Mecnun’un yüreği, doktor doktor dolaşıp şifa dediğimiz şey, ceylan gözlü güzel, mutluluğun abecesi, şimdi uzaklarda, fakat bize yakın bir yerlerde. Aslında her zamanki gibi.

Yağan da çiseleyen de, baharları açan da, esip savuran da, lâvlar saçan da, hilâl olup geceye düşen de, bir insana benzeyen âlemin bizdeki izdüşümleri. Munis ve vakur, öfkeli ve sakin, mütereddit ve cazip.

Öyle değil miyiz? Bir mavilik olur bazen bir vicdan kapısında. Tatlı bir söze dönüşürüz, özendiririz, yağmasak da gürleriz. Bakımsız bir bahçe olmak istemediğimiz için koşar gideriz ardından nicelerinin. Benzeriz birbirimize. Benzemek istemediğimiz, kendisine asla öykünemeyeceğimiz kimseler de vardır elbette. Yosun tutarız, gıcırdar ve paslanırız. Hasretlerimiz tükenmemiştir hâlâ. Sonsuzluğun derin hasretini bir türlü atamayız içimizden.

Bir hikmet şehrine kurulmuş oluyor günler. Çınarlardan ‘el aldıkça’ rüzgâr, ölüm el sallıyor bize, kendisine yaklaştığımızı bilerek. İşte unutulmuşluklar mahşeri diyorsun ve unutulmayacak anlar. Kederli kalbini okşayan sesi, bir duanın içinde yapayalnız kaldığında seni işiteni, kırılmışlığın hüznüyle bakan kolunu kanadını, herşeyi, yaranı saran karanfili, senin haberin olmadan senin için yalvaranı, herşeyi anlamlandırıyorsun. Yaşlılık ve gençlikler, ahirzamanlar ne demekmiş, uçsuz bucaksız görünen, rahatça yaslandığın hayat nasıl da bitiyormuş, işte gördün.

Bakımlı bahçelerin de güneşleri gurub edermiş. Ben diyordun yine de: Ben bakımsız bir bahçe olmak istemiyorum. Ruhunun bakımını kastetmiştin öyleyse. Şimdi aç göğsünü çiseleyene ve sağanak hâlinde olana. Bir daha kurulmayacak bu dünya. Bir daha fırsat verilmeyecek insana. Dert ve dermanla bir bütündür yaşadığımız. Aç, kalbinin haritasını, açıl yüreğin varsa enginlere. Bu alacakaranlıklar, bu kelimesiz çığlıklar varsın varacağı yere. “Ebed, ebed” sesini işit sadece.

  30.01.2004

© 2021 karakalem.net, Taha Çağlaroğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut