Arşiv

 Gülü Bir Gün: İntihar

CİDDÎ BUHRANLARI taşıyan sürekli karanlıklarda sözcüklerin kalelerine sığınacak cesareti yitiren; sevginin, şefkatin, nefretin ve öfkenin yolunu şaşırtarak bu duyguları içindeki yangına döken bir ruhun korkunç meydanlardaki çaresizliğidir intihar. Ceza korkusu ya da yanlış korkuların cezası; bütün bunlar kâinat manzaralarının hayat anlamını uçurmuştur. Müntehirin verecek cevabı yoktur.

Ömer Hayyam’ın, Ebu’l-A’lâ el-Maarrî’nin feryatları, Werther’in inleyişleri de bir tür intihar sayılmaz mı?

Kalbini sahibine teslim etmiş bir canın dünya korkuları ârızîdir; gerçek olamaz. Kendisinden ürken insan da, eşya zamanın ötedeki ve berideki iki ucunu çiçeklediği hâlde herşeyi donmuş, kurmuş, durmuş sanarak hiçbir şeye koşar. Suskundur. Hafızanın aklın dünyası, dünyanın da aklın hafızası olduğunu bakışlarından anlayamazsınız. Çünkü onun gözlerini ıslatan rüzgâr, kalbine ağmamıştır ki, kâinatı tek başına keşfedebilsin müntehir.

İntihar anı, müthiş bir paniğin ruhta ve beyinde sessiz bir kasırga hâlinde egemenliğidir. Dün vahşettir. Yarın büyük bir mezardır. Gün bir tabuttur güya. Kurban edilmiş cismin cenazesini taşır bu tabut. Aslında yapay bir sükût vardır. Yanıltıcıdır.

Ölümün hayattan istediğini gökgürültüsü güverciniyle ışıklandıran kitaplar, şefkatin ayak izinin hikmetin siluetine karıştığı yerde müntehiri aramaktadır. Dağ gibi ehramlar yaptıran adamı da, yüzyıllar boyu aramıştır kitaplar. Kitaplar adamları bulmuş, adamlar kitapları bulamamıştır.

Başını kaldırıp ömür ağacına bakan müntehir, oranın tek meyvesi olan cenazesiyle göz göze gelir. Ruhu, eskimiş yuvasından yıldızlarda gezmek için çıkmaz, çıkamaz. Zira âlemin kapılarını, bırakılmışlık zırhına bürünerek sinsice kapatmıştır.

Akrebe dönüşmenin yolu açılmıştır, nefretle yutkunan yitiklerin üslûbunda. Akrep intihar eder.

Herşeyden kesintisiz ve sonsuz olarak ümidin kesilişi... Çözülmüşlük... Bulamamak...

Hayat kimliği, rüyaların zaman dökümünü yaralamıştır. Bunun sebebi, o kimliğin nurunun, müntehir tarafından yokluk zulümatına yuvarlanmasıdır. Dünyaya merhem olan ilham, sonsuz güce dayanan özgürlük, ömür dairesi geniş olan kalp, hayal cihanını aydınlık bir kitaba döndüren yorum, bekasız emellerle zehirlenmiştir. Saygı, ruh, sevgi bitirilmiştir.

Seven ve sevilen çözülmüş, kopmuştur. Sahipsizlikten doğan acı bir hüzün kaplamıştır yeryüzünü. Gökyüzünden ahbapsızlık yansımaktadır sanki.

Herşey düşmandır. Yabancıdır. Bütün iç yoksullukların uçurumu. İnsan küçülmüş, endişe büyümüştür.

Açık kapı yoktur. Cesaretin tüm orduları yenilmiştir. Ses veren var; fakat onu duyan yok. Çiçeklerini sunacağı kimse yok. Çünkü semaların mâverâsına ulaşabilen dili, müntehir kendi elleriyle barbarca yok etmiştir. Kendi ışıkçığına güvenen yıldız böceği gibi, deniz karanlıklarında yalnızdır ve feryat doludur. Kâinatın iltifatlı ilgileri ona bir mektup gibi takdim edildiği hâlde, yaşamaktan yorulan şarkısı mülkün anlamındaki nakışları öldürmüştür. Gülünün ömrü ancak bir gün sürmüştür. Ve gülü bir gün kendi bahçesinden koparıp atmıştır.

İşte Kleist. İşte bunalan Van Gogh. İşte Stefan Zweig, Koestler, Yesenin, Artaud, Jack London, Atilla Jozsef, Gerard de Nerval, Hemingway, Mayakovski, Virginia Woolf, Walter Benjamin, Yukio Mişima ve daha niceleri. Hepsi de birer birer canlarına kıydılar.

Oysa yaşamak gerçek bir yol gösterici. Ölüm, zamanı yolcular için bir menzil, menzilleri de yolcular için zaman olarak işaretlemiştir. Öldürmek ise, intihara nisbeten beyaz bir güvercin masumluğunda; uğrunda ölünene göre... İnsanların en büyükleri yaşamamış mı? Hayat büyük bir yalnızlığın şarkısı olabilir ancak; trajedisi değil.

  30.01.2004

© 2021 karakalem.net, Taha Çağlaroğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut