‘İnsanın fıtratında bekaya karşı gayet şedit bir aşk var. Hattâ her sevdiği şeyde, kuvve-i vâhime cihetiyle bir nevi beka tevehhüm eder, sonra sever. Ne vakit zevâlini düşünse veya görse, derinden derine feryat eder..…. Eğer tevehhüm-ü beka olmazsa muhabbet edemez.’(Bediüzzaman, Üçüncü Lem’a, İkinci Nükte) |
BAŞLAYAN BİTİYOR. Bir şeyin şu anda var olması varlığından önce yokluğunu hatıra getiriyor.‘Tasavvur-u zeval’, dünyanın sonlu lezzetlerini, daha henüz kavuşmuşken acılaştırıyor. Dünyaya kalben bağlananın kalbini kanatıyor.
Çocukken önüme konulan meyvelerin en güzelini en sona saklardım. Sonra o en güzeli, yavaş yavaş, tadını çıkara çıkara yerdim. Aslında yapmak istediğim, meyvelerin bitmesini geciktirmekti. Daha ilk ısırığı aldığımda bilirdim ki, eninde sonunda bitecek. Hatta ilk elime aldığımda dahi onların bitmek için var olduğunu düşünüp üzülürdüm. Ama çocukça kendimi aldatırdım işte.
Üniversite yıllarında tatil için memlekete her geldiğimde rahmetli ninem, ne zaman geri döneceğimi sorardı. Bana çok uzun görünen tatilimin eninde sonunda biteceğini hatırlatırdı bu soru. Bu yüzden bu soruyu hiç sevmez, biraz da kızardım açıkçası nineme. Ne hayallerle başladığım tatil, daha ilk gününde, bir gün mutlaka biteceği düşüncesiyle keyiften çok sıkıntı verirdi bana. Ve bu düşünce, tatilimin biteceği güne kadar da aklımın saklandığı köşesinden çıkıp her gün kendini gösterirdi.
Hz. İbrahim aleyhisselâm, ‘kaybolup/batıp gidenleri sevmem’ sözüyle nasıl da insanın fıtratını peygamberce özetliyor. Tüm duygularının diliyle bekayı isteyen insan fıtratı, bitecek olana, yok olacak olana tahammül edemiyor, ona bağlanmak istemiyor, onu hakiki sevemiyor. Fıtrat geçici olanı kendine yakıştıramıyor. Çünkü bitecek olan, kâinatı içine alacak mahiyette yaratılmış insan kalbini tatmin etmiyor, doyurmuyor.
Ancak nefis boş durmuyor. Dünya malını sahiplenmek, dünyadan lezzet almak istiyor. Bitecek olanı sevemeyen, ancak ebedî olanla mutmain olabilen fıtratı değiştiremese de, dünyanın fani yüzüne bağlanmak için onu aldatacak yollar buluyor. Elde etmek, tadına bakmak, keyfini sürmek istediği her şeye önce bir ölümsüzlük, bitimsizlik veriyor, ondan sonra onu seviyor. Devletine, mülküne, tuttuğu takıma, hatta hayatına vehmî bir ölümsüzlük iksiri içirerek onlara batmayacaklarmış, bitmeyeceklermiş, ölmeyeceklermiş gibi bağlanabiliyor. Ancak bu şekilde, kâinatı yutsa tok olmayacak kalbe, gel bu dünyaya fit olalım diyebiliyor. Sahibini, hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya çalıştırıp, yarın başkası ölecekmiş gibi yine bu dünyaya çalıştırabiliyor.
Fıtratı ve kalbi ölümsüzlük, bitimsizlik vehmiyle aldatan nefsin bu oyununu nasıl bozacağız? Dünyanın geçici olan yüzüne hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıp bitimsizliğin asıl yurdu olan âhireti kaybetme riskini nasıl bertaraf edeceğiz?
Nefsin işine gelmese de rahmet peygamberi aleyhisselatü vesselamın şu hadisini dünyamıza taşımakla işe başlayabiliriz belki.
‘Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz.’ |