Âlem ağaç, insan meyve

Zeyneb Hafsa

Âlem ağacının meyvesi insan olarak belirlenmişti ve belki de insan olgunlaşıp dünyaya düşsün diye şeytanla sınanmıştı. Allahua’lem!


A’RÂF SÛRESİNİ okuyorum. İşte yine ‘o ağaç’ çıkıyor karşıma, tıpkı daha önce okuduğum sûrelerde yer yer çıktığı gibi. Ama bu defa kararlıyım. Ağaç deyip kes(tir)ip atmayacağım bu defa. Eğer ben bunu lafzen alırsam ilgili konuyu kabaca şöyle anlamam mümkün: yasak bir ağaç var. Hz. Âdem ve Hz. Havva şeytanın vesvesesine kanıp bundan yiyor ve sonrası malum. Burada söz konusu edilen ağaç değil de dokunulmaması gereken bir çit, koklanılmaması gereken bir çiçek de olsaydı aynı yorumu yapacaktım. Oysa tercih edilen şey özellikle bir ağaç... O halde daha derin bir anlamı olsa gerek diyorum bunun. Başlıyorum ağacın dibini kazmaya.

Yolum ilkin Mustafa Armağan’ın Ağacın Sembolik Dili isimli yazısına uzanıyor. Orada aktarılanlara göre ağaç sembolü, üç âlemi birbirine rapteden bir eksen, bir mihverdir geleneksel kozmolojide. Bahsi geçen üç âlem, alt âlem, orta dünya ve üst yani semavi âlemdir. Ağacın kökleri nasıl ki gövdeye ve sonra dallara uzanıyorsa alt âlem de dünyaya ve sonra semavâta bağlanmaktadır.

Sembolik dilin sıklıkla kullanıldığı tasavvuf alanında ağaca dair de bir şeyler bulurum diye yönümü o tarafa çeviriyorum sonra. Ağaç sembolizmini çokça kullanan Mevlânâ ile karşılaşıyorum ilkin: Meyve dalın ucunda / Dal meyvenin içinde diyor tekerleme gibi. Doğru. İnsan her ne kadar meyveyi daldan ya da ağaçtan geldi sansa da aslında ağacın nüvesini ve dahi dalı bünyesinde taşıyan meyvedir. Tavuk-yumurta misali bir iç içe geçmişlik... Tıpkı Allah’ın diriden ölüyü, ölüden diriyi; geceden gündüzü, gündüzden geceyi çıkarması gibi... Bir de Sun’ullah Gaybî’nin şu dizeleri var, tam da benim ilgilendiğim hususla ilgili:

Bir ağaçtır bu âlem / Meyvesi olmuş Âdem
Maksûd olan meyvedir / Sanma ki ağaç ola

Ağaç değil meyvedir maksad

Âlem bir ağaca benzetiliyor. Meyvesi Âdem yani insan olan bir ağaç... Mevlânâ’nın da yukarıdaki beyitleri üzere, âlemi çekirdeğinde barındıran bir meyve bu insan. Şu yaratılmışlar dünyasında âlem ağacı yerine asıl maksat kılınan meyvedir insan. Ah, yine Mevlânâ’nın şu beyitlerine ne de denk düşüyor bu açıklamalar:

İnsan evrende, evren insanın içinde...
Meyve elde etmeye ümidi olmasa, bahçevan hiç ağaç diker miydi?

Bütün bu güzel beyitlere farklı bir bakış açısı da ekleyeyim istedim sonra. Yolum, İhsan Eliaçık’ın Kur’an’daki sembolik anlatıma dair olan yazısına uzandı. Ne olur, “bu da nereden çıktı?” demeyin. Yiğit öldürmek-hak yememekle ilgili bir deyim var ya onu hatırlayın lütfen ve okumaya devam edin. Yaygın kullanıma da uyarak Eliaçık, Âdem’in biz insanları, şeytanın kötülük dürtülerini, iblisin (kelime anlamına da binaen olsa gerek) Allah’a güvenmeyen yanımızı temsil ettiğini dile getiriyor. ‘Mülk’i la yeblâ’, yıkılmayacak servet ve iktidar hırsıyken ‘şeceretü’l-huld’ sonsuzluk ağacıdır. Bunlara binaen ‘ağaca yaklaşmayın’ emri, Allah’a güvensizlik etmeyin; O’ndan ve O’nun vaatlerinden ümidinizi kesip sınırsız servet, iktidar vs. hırsıyla hareket edip şeytana uymayın anlamındadır.

Buraya kadar kafamda bazı şeyler oturmaya başlamışken istedim ki kapanış mührünü Şeyh-i Ekber vursun, Şeceretü’l Kevn yani Varlık Ağacı isimli eseriyle. Eserin adından da anlaşılacağı üzere o, varlığın tümünü bir ağaca benzetiyor. Nurunun aslı ‘OL’ (Kün) habbesi olan bir ağaca... Buna göre, her bir yaratılan, bu kelimeden payını kendince almıştır. Örneğin, şeytan bu kelimenin ‘nun’ harfinde ‘nur’un değil de ateşin (nar) ‘nun’unu görmüştür. Bundan sonraki kısım o kadar güzel ki tamamen almasam olmazdı:

Âdem, bu ağacın (yani varlık ağacının) farklılığına, çiçeklerinin ve meyvelerinin çeşitliliğine bakınca ‘Muhakkak ki ben yalnızca Allah’ım...’ (Taha, 14) dalına sarıldı. Bunun üzerine ona şöyle seslenildi: Hepsi tevhidin meyveleridir. O da Bir’liğin gölgesine girdi: ‘Şu ağaca yaklaşmayın...’ (Bakara, 35)... İblis, onu ‘onlara vesvese verdi’ (Araf, 20) ağacına ulaştırmak istedi. Onlar da o ağacın meyvesinden yediler. Böylece kaygan zeminlerde ayakları kaydı. Âdem ‘asi oldu’ (Taha, 121). Sonra ‘Biz kendimize zulmettik’ (Araf, 23) dalına asıldı. Bunun sonucunda üzerine meyveler sarktı. Âdem ‘... aldı...’ (Bakara, 37).

Meyve olgunlaşınca düşermiş arza

Ne güzel ifadeler bunlar böyle! Temsil içinde temsil... Varlık zaten başlı başına bir ağaç iken ayetler de bir ağacın parçaları gibi sanki. Bazı ayetler tutunulacak dala benzetiliyor mesela. Bir de o meşhur ağaç, yani kendisine yaklaşılmaması istenen ağaç, yine bir ayete binaen ‘onlara vesvese verdi’ ağacı olarak tanımlanıyor.

Tüm bu açıklamalara binaen kendimce şöyle bir özet düşündüm: yasaklanan ağaç belki de dünyada yaratılanları temsil eden ağaçtı. Âdem’in bu yasak emrini çiğnemesi, cennette dünyaya meyletmesi anlamına geldi. Bir de şu eklenebilir: âlem ağacının meyvesi insan olarak belirlenmişti. Âdem yani insan olgunlaşıp dünyaya düşsün için şeytanla sınanmıştı. Allahua’lem!

  14.06.2014

© 2021 karakalem.net, Zeyneb Hafsa



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut