Rabbimiz bize hasene ver

Oktay Gökkoca

Her insanın sınanması da yükü de kendisinin taşıyabileceği kadardır. Tâbir yerindeyse her birimizin yükü, bizim için özel olarak hazırlanmış bir ‘paket’tir. İçinde, kimisi başkalarına verilmiş bize verilmemiş, kimisi ise bize verilmiş başkalarına verilmemiş ‘güzellikler’in olduğu, hakikatinde verilenin de verilmeyenin de sınanma olduğu, bize özel bir imtihan paketi.


BİLİYOR MUSUN? dedi, Salih’e imreniyorum. Bak aynı okuldan, aynı bölümden mezun olduk, aynı yaştayız. O en iyi üniversitelerden birinde koskoca bir doçent olmuş, kariyer sahibi saygın bir insan. Ben ise hâlâ sıradan bir devlet kurumunda sıradan bir memurum. Keşke, üniversiteye de devam edip onun gibi olsaydım...

Biliyorum ki Salih’e imrenen Murat yalnız değil. Hepimiz başka birilerinin hayatında bir şeylere imrenir haldeyiz. Başka hayatlarda ‘güzellik’ adına kendimizde olmayan her ne varsa imreniyoruz.

Anne babasından şikâyet eden Hârun mesela. Hârun’a sorsan, arkadaşı Mehmet’inki gibi bir annesi babası olmasını ne kadar çok isterdi. Ona çocukluğundan beri baskı kurmayan, istediği okulda istediği bölümü okumasında hür olduğunu söyleyen, eşini seçerken de işini seçerken de onun fikirlerine önem veren bir anne baba. Üstelik eşiyle ilişkilerinde kendisini hep arada bırakan değil, ortayı bulan bir anne.

Zeynep abla komşusu Elif hanımın oğluna imrenenlerden. Zeynep ablanın oğlu Kâsım, asosyal, içine kapanık bir çocuk. Çekingen mi çekingen. Saf da. Vur eline al ekmeğini cinsinden. Onun istikbâlinden, ileride kendi ayakları üzerinde duramamasından endişe ediyor. Ahmet öyle mi ya. ‘Cin gibi’ maşaallah. Herkesle iletişimde. Çok da becerikli. Büyüdüğünde tuttuğunu koparacağı şimdiden belli. Zeynep ablanın hayalindeki çocuktu Ahmet. Zeynep ablanın oğlu Ahmet gibi olmalıydı. Elif hanım ne kadar da şanslı bir anne ona göre. Ahmet gibi bir çocuğu olması için neler vermezdi.

Yûsuf’un eşi ‘ev hanımı’. Ortalama bir hayatları var. Mutsuz değiller gerçi. Ama Yûsuf, amcasının oğlu Hakan’ın hayatına imrenmekten alıkoyamıyor kendisini. Fırsatını bulduğu uygun arkadaş ortamlarında bunu dillendirmekten de çekinmiyor. Hakan’ın eşi parmakla gösterilecek bir güzelliğe sahip. Bir de çok nezih bir ortamda, hanımlara uygun bir işte çalışıyor. Karı koca maaşlarının toplamı Avrupa’yla rahatça boy ölçüşür. Çocuklarına istedikleri standartta bir eğitim verdirebilecekler. Böyle her şeyiyle ‘dört dörtlük’ bir hayatta, en yakınındaki olarak Yûsuf’un gözü kalmasın da kimin gözü kalsın. Az daha pervasız olsa, nefsi diline, değil yalnız imrendiğini, kıskandığını, hased ettiğini bile söyletecek. Hakan’ın hayatı gibi hayatı olsun diye nelere katlanmazdı Yûsuf.

Mustafa abi ve eşi Hatice yenge. Henüz ev sahibi olamadılar, kiradalar. Ayaklarını yerden kesecek kadar eski model bir arabaları var. Geçenlerde uzun zamandan sonra ilk defa ziyaretlerine gittikleri eski komşuları Şahin ve Emel çiftinin yeni evlerini görünce derin bir iç çekmişler. Yatırım için ikinci bir ev satın almayı düşündüklerini duyunca çaktırmadan yutkunmuşlar. Misafirlikten ayrılırken eski komşularının bir ay önce aldıkları, evin önündeki son model arabayı görünce Hatice yenge Mustafa abinin böğrüne sert bir dirsek itelemiş. Seneler önce aynı apartmanda, kirada, karşılıklı dairelerde oturdukları, benzer standartta bir hayat yaşadıkları eski dostları, girdikleri bir ticarette ‘yürü ya kulum!’ nidasını işitince koşmuşlar meğerse. Eve döndüklerinde epey bir münâkaşa olmuş karı koca arasında, geçmişe dair. Mustafa abi de karısına hak vermiş. Kendilerinin nesi eksikmiş. Ah şöyle dostlarında gördükleri gibi bir lüküs hayat da onlar yaşasa ne şahane olurmuş.

Misaller uzar gider.

Sürekli bir imrenmedeyiz, iç çekmedeyiz başkalarının hayatına. Murat, işine, kariyerine bakıp Salih’in hayatına, Hârun, anne babasına bakıp Mehmet’in hayatına, Zeynep abla, oğluna bakıp Elif hanımın hayatına, Yûsuf, eşinin güzelliğine, karı koca çalışıp aldıkları maaşa bakıp Hakan’ın hayatına, Mustafa abi ile Hatice yenge, evlerine, arabalarına, gelirlerine bakıp Şahin-Emel çiftinin hayatına imreniyorlar. Ya onların yerinde olmak istiyor ya da onlardakiler kendilerinde de olsun istiyorlar. Çok şey mi istiyorlar?

Halbuki Murat, Salih’in eşiyle yaşadığı, onları neredeyse boşanma noktasına getiren imtihandan habersiz. Salih’in gözünde şu aralar ne işinin ne kariyerinin bir önemi yok. En büyük dileği, bu imtihanı en hasarsız şekilde atlatmak.

Mehmet, iş yerinde Müdürüyle, kronik bir hale dönüşmüş sürtüşmeler yaşıyor. Bu onu ruhen çok yıpratıyor. Evine kafasında iş getiriyor. Bundan dolayı evde de mutsuz. Bir çözüm yolu arıyor. Keşke anne babası, biraz olsun işine karışan bir anne baba olsalardı da ona bir çözüm yolu önerselerdi diye düşünüyor.

Zeynep abla, oğluna bakıp Elif hanımın hayatına imrenirken, onun geç teşhis edilen ince hastalığını da o hayatın bir parçası olarak kabul edecek miydi? bilmiyorum. Elif hanımın şu andaki en büyük isteği, yeni başlayacak uzun süreli ve yorucu tedavi sürecinin sonunda sağlığına kavuşmak. Bir taraftan etrafındaki sağlıklı insanlara imreniyor, diğer taraftan onlara hayatta en önemli şeyin sağlık olduğunu söyleyerek sıhhatlerinin kıymetini bilmelerini öğütlüyor.

Hakan ve eşi, başka büyük bir yükü yüklenmişler. Yeni doğan İkinci çocuklarında kalıcı bir engel teşhis edilmiş. Ruh halleri anlatılır gibi değil. Bütün bir hayat boyu, maddî manevî onları sarsacak bir imtihanın başındalar. Yusûf, bu durumu öğrendiğinde ne düşünür bilmiyorum.

Şahin ve Emel çiftinin maddî sıkıntıları yok, bir elleri yağda bir elleri baldaymış, çok şükür. Ama yıllardır bir çocuk nasip olmamış bu çifte. Bu yüzden lüküs hayatları da keyif vermez olmuş günden güne. Geçen gün Mustafa abiyle Hatice yenge iki kız çocuklarıyla evlerine misafir geldiklerinde içleri cız etmiş, imrenmişler onlara. Evde sağa sola koşturan iki minik ayak için tüm varlıklarını vermeye hazırlarmış.

Neydi? Hayat mallardan, canlardan, evlatlardan, çok sevilenlerden kimi zaman arttırılarak kimi zaman azaltılarak yaşatılan bir imtihan değil miydi? Bununla birlikte, Rabbimizin, kimseye gücünün yetmeyeceği yükü yüklemeyeceğini vaad ettiği bir imtihan.

Öyleyse, her insanın sınanması da yükü de kendisinin taşıyabileceği kadardır. Tâbir yerindeyse her birimizin yükü, bizim için özel olarak hazırlanmış bir ‘paket’tir. İçinde, kimisi başkalarına verilmiş bize verilmemiş, kimisi ise bize verilmiş başkalarına verilmemiş ‘güzellikler’in olduğu, hakikatinde verilenin de verilmeyenin de sınanma olduğu, bize özel bir imtihan paketi.

Bizde olmayanlar üzerinden başka hayatlara imrenmek, başkalarının hayatlarına tâlip olmak, onların yüküne de tâlip olmak değil midir aynı zamanda? Ya biz taşıyacak güçte değilsek başkalarının yükünü? Ya o çok imrendiğimiz hayatların yükü altında ezilip isyan kuyularına düşeceksek?

Vaktiyle, başkalarına verilen ‘güzellikler’ için, keşke bende de olsaydı demiş biri olarak, yaşadığım onca tecrübeden sonra şimdilerde şöyle diyorum kendime ve dostlarıma : Asla başkasının hayatına imrenme, onların yüküne tâlip olma, sen hakkıyla kendi yükünü taşımaya bak.

Ve nefsimin talep ettiği şeylerden neyin hakikatte hayır, neyin şer getireceği bilgisine sahip olmayan aciz bir kul olarak, Rabbimizin bize öğrettiği küllî ve her hâlükârda akîbeti ‘güzellik’ olan şu duayı çok seviyorum.

Rabbimiz bize dünyada da hasene (güzellik ve iyilikler) ver ve ahirette de hasene (güzellik ve iyilikler) ver. Bizi ateşin azâbından koru.

Âmin.

  26.04.2014

© 2021 karakalem.net, Oktay Gökkoca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut