"Şeytan gibi"

Mustafa H. Kurt

“Bireysel milliyetçiliğin” de, “kolektif enaniyetin” de çaresi, bir nevi “mahviyyette”; yani hamdin, övgünün ve senanın hakikatte kime ait olduğunu unutmamaktaymış esasında


“Ve dedi ki, ‘Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu ise nemli topraktan.”(Sa’d S. 38/76).

BİR YÖNÜYLE 'bireysel-ferdî milliyetçilik' diye tarif edilebilecek enaniyet ile; hemen her yönüyle 'kolektif-küllî enaniyet' diye tanımlanabilecek milliyetçilik arasında -çoğu zaman- mevcut o direkt ilişki, (tıpkı diğer büyük vartalarda da olduğu gibi) pek çok noktada „şeytandan“ izler taşır üzerinde.

Örneğin en büyük oyunu olan "kendini inkar ettirmesi"; ya da -neden olduğu bir diğer netice olarak- "Sâni-i Zülcelâlin evâmirine karşı mübâreze etmesi" şeklindeki divanelikleri gibi.

Veya kişiye kendi nesebiyle ilgili asabiyetini sadece muhabbet, fakat başkalarının kendi neseplerine muhabbetleri ihtimalini bile bir çırpıda asabiyet gösterme şeklindeki pek yaygın şeytanî bir diğer oyunu gibi.

İşte bu açıdan denilebilir ki, Bediüzzaman'nın yapmış olduğu aşağıdaki ikaza (ve bu ikazdaki "şeytan gibi" ifadesiyle verilen o küçük ara izaha) dikkat kesilebilmek de; bizler için hem o vartadan ve o oyunlardan, hem de bunların dehşetli neticelerinden kaçınabilme yolunda büyük önem arz etmektedir kesinlikle.

(Tam da burada, kolay-sade görünen cümlelerin ve tabirlerin, bazen bu 'kolay lokma' görüntüleri nedeniyle bünyelerindeki kimi önemli noktaları perdeleyebildiklerini bir kez daha hatırla(t)mak gerekiyor belki de) :

"Sonra, nevin enâniyeti de bir asabiyet-i neviye ve milliye cihetiyle o enâniyete kuvvet verip, o ene, o enâniyet-i neviyeye istinat ederek, şeytan gibi, Sâni-i Zülcelâlin evâmirine karşı mübâreze eder." (Otuzuncu Söz’den)

Böylelikle, insanı Yaratıcısının emrine karşı çıkma günahına sürükleyecek o tehlike yolun ‘nasıl ve nereden gelip-nereye doğru uzandığını’, tüm açıklığıyla şeytanın hayat hikayesinden de okuyabileceğizdir. Zira aynen şeytan da, başkasına nispetle kendisinde olduğunu var saydığı ‘üstünlüğün’ delilini nev'indeki/soyundaki/milletindeki üstünlüğe, tabir-i diğerle; ait olduğu kolektif-küllî yapıyla ilgili bir “enâniyet-i neviyeye” dayandırmaktaydı.

Asıl davası olan şahsî ayrıcalığı (enaniyeti) için, ait olduğu bütünde de ayrıcalıklar olduğunu (milliyetçiliği) dava etmekteydi..

Öyleyse, Fatiha ile her gün okuduğumuz o iman ahdindeki“ hakikati bir kez daha anmak gerekiyor sanırım burada: söz konusu “bireysel milliyetçiliğin” de, “kolektif enaniyetin” de çaresi, bir nevi “mahviyyette”; yani hamdin, övgünün ve senanın hakikatte kime ait olduğunu unutmamaktaymış esasında.

Ve bir de, hem tek başına “ene’yi”, hem de ait olduğu pek çok kolektif yapıyı (şeytana rağmen) ayrıcalıklı-üstünlüklü görmeden sevebilmedeymiş ‘galiba’..

  06.03.2014

© 2021 karakalem.net, Mustafa H. Kurt



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut