Arşiv

 Türban: Bir İktidar Problemi?

Refik Yıldızer

Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’da da “türban” hikmet-iktidar çatışmasının turnusolu olacak gibi görünüyor. Türban tartışması yeni Avrupa tasavvurunun reel ve samimi bir çoğulculuk düşüncesine ulaşmasına hizmet edebilir.


RADİKAL’DEN MİNE G. Saulnier uzun yıllardır Paris’te yaşayan bir gazeteci. Bir askerin kızı olan Saulnier epeydir Radikal’de kapattığı köşede yüzyılların ıskartaya çıkarttığı kokuşmuş malları pazarlamakla meşgul. Klasik ve modern Oryantalizmin İslam’a ilişkin olarak üretip dolaşıma soktuğu ne kadar peşin kalıp, yafta, aşağılama ya da alaya dayalı ambalaj varsa, bunları kırpıp kırpıp yıldız yaparak ekmeğini devşiriyor. Saulnier’in alamet-i farikası Müslüman kadının başörtüsüne karşı her vesileyle ortaya koyduğu onulmaz kini ve yatışmaz nefreti. Bir siyasi ideoloji değil bir din olarak İslam’ı yazılarında kendisine yel değirmeni olarak seçen, Müslümanların üzüldüğü her şeye zil takarak sevinen bu kadın, Fransa’da Cumhurbaşkanı Chirac’ın tetiklediği türban yasağı önerisinin tabii ki en hararetli savunucularından. Peki, Fransa’daki türban tartışması, gerçekte neyin tartışması?

Tarihsel tecrübe açısından Fransa laik ve milli devletin anavatanı. Üçüncü Cumhuriyet olarak bilinen 1870-1941 arasındaki uzun dönemde, Fransa dindarlığı suç saymış, ibadet için Kiliseye gitmeyi kamu görevinden atılma sebebi olarak gören steril bir din karşıtlığını devlet politikası olarak uygulamış bir ülke. 1789 Fransız Devriminden sonra günlük hayatın bütününe el atan devrimciler, bizde Kemalistlerin yaptığı gibi, dine atıfla teşekkül etmiş her şeyi değiştirmeye çalışmıştı. Bizim “laik” takvim olarak benimsediğimiz Gregoryen takvimini devrimciler Hıristiyan takvimi olarak niteleyip kaldırmış, tarihi devrimle başlatmış, ay ve günlerin isimlerini değiştirmiş, hatta selamlaşmayı bile dönüştürmüşlerdi. Ünlü Dreyfus olayının bir komplo olduğunun ortaya çıkarılması, bu ülkede Yahudiliğin günah keçisi olma konumunu deşifre etmiş, 1905’te benimsenen laiklik ilkesi, devrimin beraberinde getirdiği aşırı din karşıtlığını törpüleyici bir fonksiyon ifa etmiştir.

Fransa’da siyaset bütünüyle devrimin ortaya çıkardığı saflaşmalar etrafında biçimlenmiş olup, bugün de bu devam etmektedir. Fransız siyasetinin en ateşli konusu din eğitimi konusudur. Mitterand döneminde din eğitimine devletin sağladığı mali desteğin sürmesini isteyenler de, buna karşı çıkanlar da, milyonları meydanlara toplayan kitlesel gösteriler yapmışlar, sonunda Mittterand’ın sosyalist hükümeti, seçim öncesinde söz vermesine rağmen, devletin Katolik okullardaki öğretmen maaşlarına sağladığı mali katkıyı kaldırmaya cesaret edememiştir. Asimilasyoncu eşitliğe dayalı laik–milli devletin proto-tipi olan Fransa, bu bakımdan kültürel çoğulculuğa modern Batı düşünce geleneği içinde en uzak duran ülkelerden biri olmuştur. Farklılaşmayı bütünleşmeye engel olarak görmeyen, dinin bireysel ve toplumsal yansımalarına da, din dışı davranış biçimlerine tanıdığı meşruluk değerinin aynısını atfeden Anglo-Saxon geleneğinden farklı olarak, Fransa kültürel homojenliği vatandaşlığın, dolayısıyla da vatandaşlık haklarını kullanmanın olmazsa olmaz şartı olarak görmeye devam etmektedir. Bu bakımdan bu ülkede yaşayan ve yarısı vatandaşlık statüsüne sahip olan 8 milyon civarındaki Müslümanın, Fransız laik-milli değerlerine özümsenmesi, Fransız egemen güçlerinin formüle ettiği entegrasyon probleminin esasıdır. Kişilerin değer yargıları ve davranış biçimleri ancak Fransız laik-milli dininin değerleriyle çatışmadığı sürece hukuki ve meşrudur. Bu tutumun, mesela İran’da başörtüsünü zorunlu kılan tutumdan yaklaşım olarak herhangi bir farkı yoktur.

Avrupa Birliği Konvansiyonunun Avrupa medeniyetinin dayandığı tarihsel değerler arasında Hıristiyanlığı telaffuz edip etmemesi konusu, inşa halindeki bir medeniyet tasavvurunun yol ayırımıdır. Tüm demokrasi lafazanlığına rağmen, Avrupa kültürel olarak Hıristiyanlığını sürdürmekte, bu bakımdan İslam’ın tanınması çoğulculuk düşüncesinin samimiliği ve reelliği için bir test olmaktadır. Alain Touraine gibi bir sosyologun bile Stasi Komisyonunun önerilerinin altına imzasını koyması, post-modern tezlerin İslam söz konusu olduğunda ve elde tutulan iktidarın askıda tutulan iktidara dönüşme ihtimali belirdiğinde geriye teptiğini ortaya koymaktadır.

Evet, Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’da da “türban” hikmet-iktidar çatışmasının turnusolu olacak gibi görünüyor. Soru bir defa soruldu mu, bunun sorulmamış farzedilmesi mümkün değildir. Türban tartışması yeni Avrupa tasavvurunun reel ve samimi bir çoğulculuk düşüncesine ulaşmasına hizmet edebilir. Güncelin karanlığı bizi ondan kaçmaya götürmemeli, ancak ufkumuzu da güncel olana hapsetmemelidir.

  02.01.2004

© 2021 karakalem.net, Refik Yıldızer



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut