Arşiv

 Gıybet

BİRBİRİNE YAKIN, hatta birbirinin aynısı gözüken, ama aralarında dağlar kadar fark bulunan haller vardır. Cömertlik ile israf, iktisat ile cimrilik, hikmet ile siyaset, ciddiyet ile sertlik, hoşgörü ile lâubâlilik, zahiren çok yakın, hakikaten çok uzak hallerdir. Ama, aralarındaki fark farkedilemeyince kolayca müsbet olan ilk şıktan, menfi olan ikinci şıkka geçilebilmektedir.

İştişare ile gıybetin de, bu ikilemlerden birini oluşturduğu kanaatindeyim. Bir mü’minin bir mü’min kardeşinin durumunu doğru tahlil ve tesbit edip yardımcı olmak üzere bir başka mü’minle iştişare etmesi son derece hakikatli, bir haldir; ve ne yazık ki, bu iştişare, nefsin araya girmesiyle ‘gıybet’e dönüşebilmektedir. Şöyle dönüp, yaptığımız gıybetlere bakalım:

Nefis, gıybeti ekseriya ‘iştişare’ suretinde bize yutturmuştur. Yapılan iştişare ile gıybetin arası açılamadığı için, doğru bir fiilin içine yasak ve yanlış bir fiil karışmıştır.

Öyle ya da böyle maalesef düçar olduğumuz ‘gıybet’ illetine dair, yakın bir zamanda iki mânâ zihnimize açılmış oldu. İlki, gıybeti haram kılan Kur’ân âyetinin, onu “ölü kardeşinin etini yeme”ye benzetmesiyle ilgili idi. Neden özellikle “ölü kardeşin eti”ne benzetiliyordu?

Dünyamıza gelen mânâ, gıybetin içerdiği ‘öldürme’ boyutu ile ilgili idi. İstişarede, değişmesi mümkün bir yanlış ve yanlışı değiştirmesi mümkün bir insan sözkonusu iken; gıybette yanlış hali dondurma, sabitleme, o insanı onunla özdeşleştirme durumu sözkonusuydu. İstişare eden, esasen iyi halde olan ve daha da iyi olması mümkün olan birinin yanlışını, o yanlıştan kurtulmasının yolunu bulma adına sözkonusu ediyordu. Gıybette ise, o insanı o yanlış haliyle tarif etme; sanki “Asıl hali budur; ve bu halden kurtulması mümkün değildir” deme tavrı bulunuyordu. Hayat faaliyet ve değişme ifadesi olduğu halde bir mü’min kardeşini değişmez bir kötü halde görmek, onu manen öldürmek ve ölü görmek değil miydi?

Gıybete dair bu Kur’ânî benzetmenin bir veçhesinin aydınlığa kavuşmasından birkaç gün sonra, ilgili Kur’ân âyetinin tamamına dikkat etmek imkânı buldum. Bu âyet, “iman edenler”i zanna göre hareket etmekten kaçınmaya çağırarak başlıyor; ardından “Tecessüs etmeyin”; yani ayıp kusur araştırmayın, emri geliyordu. Demek “gıybet”in bir altyapısı da vardı. “Gıybet” sonucuna giden yol, zanna göre hareket etmek; zannettiğini hakikatın ta kendisi olarak görmek ile başlıyordu. Zan bizim için asıl olunca, ehl-i imandan bu zannı haklı çıkaracak ayıp ve kusurlar arama merakı başlıyor; yani zannın ardından tecessüs de geliyordu. Eh, zannettiklerimiz ile, o zannı doğrulama uğruna toplayıp sabitlediğimiz haller bir araya gelince gıybet adlı “ölü kardeş eti” sofrası dolup taşıyordu.

Bunun böyle olmaması için ise, gıybetteki “öldürme” cürmünün de; onun zeminini hazırlayan tecessüs ve zannın da dünyamızdan silinmesi gerekiyordu.


Yeni Asya, 4 Şubat 1998

  31.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut