Arşiv

 Meşruiyetin Ölçüsü

İSLÂM’IN SERÜVENİ adlı üç ciltlik eserinin son sözünde, Marshall G.S. Hodgson, ilk Müslümanlar ile bugünün Müslümanları arasında karşılaştırma yaparak manidar bir farkı tesbit eder: Öncelikle sahabilerde, vurgu İslâm’a iken, zamanla bir kayma husule gelmiştir, nitekim modern zamanların Müslüman düşünürlerinin eserlerine bakılırsa, “Müslüman” vurgusunun bariz biçimde öne çıktığı görülür.

Biraz daha açarsak, ilk Müslüman toplumun, yani sahabilerin meşruiyet ölçüsü bir şeyin “İslâmî” olması iken, bugün “Müslümanların lehine” olmasıdır. Sahabiler, “kamu yararı”, “umumun selameti” gibi ölçülere bedel “hakk”ı esas almışlarken; bugün özünde İslâmî olmayan birşey, “Müslümanların yararı, menfaati yahut selâmeti” adına meşrû görülebilmektedir.

Bu eksen kaymasının tohumlarının Hz. Ali ile Muaviye arasındaki içtihad savaşına kadar izlenebileceğini görüyor; lâkin o kadar gerilere uzanmayı daha geniş çaplı yazılara bırakarak, bugünümüze bu açıdan bakmayı teklif ediyorum.

Geçen yazılarda sözünü ettiğimiz üzere, meselâ atom bombasının “İslâmî”liği kesinlikle sözkonusu olmadığı halde, ehl-i dinin nezdinde, Pakistan’ın atom bombası “meşrû”dur. Çünkü başkalarında olan bu dehşetli zulüm aracının Müslümanların da elinde olması, “ümmetin lehine”dir.

Futbol gerçek bir “halkların afyonu” timsali iken, eğer İran oynuyor, üstelik ABD’yi yeniyorsa, “meşrû”dur ve uğruna sabahlara dek eğlenmeyi bile hak etmektedir.

Reklam nebevî ölçülere kesinlikle uymayan, zaruri olmayanı zaafları tahrik ederek zarurîleştirmeye matuf bir israf kamçısıdır. Ama eğer bir ehl-i dinin zaruri olmayan mamulü içinse meşrû. Zira “Müslümanların iktisadî açıdan güçlü olması lâzım”dır. Hem, o ehl-i din kazancının üç-beş kuruşunu İslâmî hizmetlere bağışlayacaktır!

Reklam, “İslâmî”liği kesinlikle şaibeli olduğu halde, ehl-i dine ait radyo-TV kanalları ve basın organlarınca kullanılırsa “meşrû”dur. Çünkü çark—özellikle radyo ve TV’lerde—reklamlar sayesinde dönmektedir!

İsraf, İslâmîliği kesinlikle sözkonusu edilemeyecek bir haramdır; ama hayatlarımız, “Müslümanların düşük görünmemesi lâzım” teziyle “meşrû”laştırılan bir dizi israfla donanmıştır.

Kısacası, gayri İslâmî olan birçok şey, “Müslümanların” çıkarı, yararı veya selâmeti gerekçesiyle dünyamıza girmiş bulunmaktadır.

Ki bu yüzden, yine sözünü ettiğim tarihçi, İslâm tarihinde şöyle bir ikili ayrım görmektedir.

İslâmî olan—İslâmîleş(tiril)miş olan.

En bariz bir örneği alalım. Saray ve de saray hayatının Resul-i Ekrem’in sünneti ve de sahabenin icmaı ile telifi imkânsızdır; ama Bizans ve Sasâni’den miras alınan ve ihtimal ki “Müslümanın güçlü ve izzetli görünmesi” adına “meşrû”laştırılan bu kurum, bugünün—ve dünün—pek çok Müslümanı nezdinde sorgulanması anlamsız bir kurum hükmündedir.

Risale-i Nur’a bu ayrımlar çerçevesinde baktığımızda, onu şu zamanın sair “İslâmî” eserlerinden ayıran bir fark daha gözümüze ilişir. Şöyle bir bakalım: Risale-i Nur’da “Ey Müslümanlar” hitabı ve “Müslümanın selâmeti” mi eksendir; ehl-i imanın—ve esasen bütün insanların—imanî olana, İslâmî olana uygun yaşaması mı eksendir? Yapılan şey, ona göre, Müslümanların yapması ve de onların lehine olması ile mi meşrûlaşmaktadır; yoksa nebevî ölçülere, dolayısıyla rıza-yı İlâhiye muvafık düşmesiyle mi?

Bediüzzaman’ın neden Risale-i Nur için “Hz. Hasan’ın yarım kalan hilafetinin mütemmimi ve bir manevî veledi” dediğine; bunu söylerken, bir bakıma, aradaki zamanı nasıl sorgulanır hale getirdiğine bir de bu açıdan bakmak gerekir, zannındayım.

Keza, Hicri üçüncü asırdan sonrasını genel olarak, beşinci asırdan sonrasını ise tamamen “mazi” ve “karanlık” görmesine de.

Ayrıca, Risale-i Nur’un neden ruhsat mesleği değil, azimet mesleği olduğuna da...

Velhasıl, birileri nezdinde yapılanın “Müslümanların yararına” gözükmesi meşruiyet ölçüsü olarak yeterli gözükebilir. Lâkin, Nur’un talebesi, meşruiyet için “İslâmî” olanın izini sürmek zorundadır-zahiren kendisinin ve Müslümanların zararına gözükse bile.

Amacın meşrûluğunu aracı meşrûlaştırma gerekçesi kılanların gözönündeki hazin akıbeti, bu çizgide bir “tecdid-i biat” gereğini hissettirmektedir.


Metin Karabaşoğlu, Yeni Asya, 24 Haziran 1998

  31.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut