Arşiv

 Namaza Dair

İMÂN, SON tahlilde, kalbe ilkà edilen bir nûrdur. Ama kalbleri açıp, îmân gerçekten var mı, yok mu diye tartma imkânımız olmadığına göre, bir kalbde îmânın yer edip etmediği nasıl anlaşılacaktır?

Bu soru sahabenin de dünyasını meşgul etmiş olmalı ki, Resûl-i Ekrem’e (a.s.m.) sormuşlardır. Cevap, “namaz”dır. Îmânın bir kalbe yer edip etmediği, beş vakit namazla anlaşılmaktadır.

Beş vakit farz namazın bu kritik önemine binaen, meselâ, yatsı ve sabah namazlarını kılmamanın yahut kaçırmanın “âdet” haline gelmesi, nifak alâmeti sayılmıştır.

Yine beş vakit farz namazın kritik önemine binaen, selef-i sâlihîn, “Ehl-i secde tekfîr edilmez” diye hükmetmiştir. Bunun en mânîdâr örneklerinden birini, İmam Gazzâlî sergilemiştir.

Mu’tezile’nin öne sürdüğü fikirlerin dalâletli olduğunu apaçık ortaya koymakla birlikte, aynı Gazzâlî, Zemahşerî gibi büyük Mu’tezile imamlarını tekfîr etmemiş; tekfîr edilmelerine izin de vermemiştir. Çünki, fikir olarak sapmış da olsalar, Zemahşerî gibi insanlar, beş vakit ehl-i secde olmaktan asla caymamışlardır.

Şu asırda da, bu bakımdan, mânîdâr bir olay yaşanmıştır. Bu olay ise, onu “Eski Saîd” zannedip Ankara’ya çağıranlara, Yeni Saîd’in öncelikle ve özellikle “namaz”ı hatırlatmasıdır.

"Yüksek fikirlerinden istifade" için Ankara’ya çağrılan Bediüzzaman’ın “yüksek fikir” olarak, hoşa gitmese de, en başta “namaz”a dair çok ciddî uyarılarda bulunması; buna yönelik bir tenkîde ise, “Îmândan sonra en yüksek hakikat namazdır” cevabını vermesi çok, ama çok mânîdârdır.

Bu cevabın “mânîdârlık” boyutu, hadiseyi 1922’lerden alıp 1997’lere taşıdığımızda, daha bir berraklıkla ortaya çıkmaktadır.

Bugün “din adına” birşeyler yapmaya çalışan nice insanın gündemine bakalım. Meselâ, “ehl-i din”e ait televizyon kanallarının hangisinde “namaz”a dair hatırlatmalar vardır? Her gün şu satırların yazarı gibi yüzlerce insan ehl-i din adına serd-i kelâm ederken, kaç tanesi bir de “namaz”ın hakikatını hatırlayıp hatırlatmaktadır? Cami avlularında dahi, hacı amcalar namazın bir hakikatını mı, yoksa en son televizyon haberlerinin dedikodusunu mu konuşmaktadır?

Oysa, başındaki “Allahuekber”den sonundaki “selâm”a, her bir rüknü ve herbir âdâbı birer ubûdiyet dersi yüklü bir büyük ubûdiyet halidir namaz. Beş vakte tahsisi, “Dokuzuncu Söz”ün o enfes tahlilinin açıkça belgelediği gibi insanı günün, dünyanın ve de kâinatın hayat süreciyle kaynaşmış halde bir ubûdiyet şuuruna götürdüğü gibi; başındaki Allahuekber, tekrarına her zaman muhtaç olduğumuz bir başka ubûdiyet dersini verir. “Kemâl ve kibriyâ”nın yalnız O’na mahsus olduğunun; ancak celâl ve cemâl gibi zıtları en azamî mertebede birarada barındıran bir kemâle sahip olanın “kibriyâ” vasfına lâyık bulunduğunun; dolayısıyla yalnız O’na kul olup, başka herşeyi O’nun kulu bilmek gerektiğinin kısa, ama muhteşem bir özetidir “Allahuekber”. Namaz, her bir rüknü ve âdâbı “Allahuekber” misâli sayısız hakikatlerin özü ve özeti olan muazzam ubûdiyet dersleri taşımaktadır.

Ve galiba en önemlisi, insan, gününü beş namaz vaktine göre kurarken, her gün ve her saat, bir “kul” olduğunu ister istemez hatırlamakta; ama bu, bizi önce gaflet uykusuna, ardından şirk derelerine, sonra da isyan ve inkâr uçurumlarına sürüklemeye hevesli nefis ve şeytanın işine hiç mi hiç gelmemektedir.

Bu bakımdan, hem gaflet-şirk-isyan-tuğyân sürecine kapılmamak için, hem de îmânda terakki ve inkişaf için, mü’minin en birinci sığınağıdır namaz.

Dolayısıyla, onu her gün beş vakit kılmaya muhtaç olduğumuz gibi, olası ihmallere karşı “ihtar”lara, yani hatırlatmalara da ihtiyacımız bulunmaktadır.

Gelin görün ki, bugün başkaları bir yana, ehl-i din dahi “yüksek meseleler”le iştigalden namazı konuşmaya zaman bulamıyor! Ola ki zaman bulup namazı hatıra getirenler, “Bu kadar mesele varken...” kàbilinden sözlü ikazlara ya da yüz ekşitme kàbilinden halî ihtarlara maruz kalıyor. Ve, bugün namazı konuşmaya zaman bulamayan nice “ehl-i din,” hazindir, yarın namazı kılmaya da vakit bulamıyor.

Sonuçta, “ehl-i din” olarak yürüdüğü hayat yolculuğunu, artık “dinci” olarak devam ettiren nevzuhûr kişilikler ortaya çıkıyor. Bu kelimeleri kasden kullanıyorum; zira, hazindir, bugün belki “İslâm adına” TV’lerde, gazetelerde boy gösteren birçok insan, bırakın namaza dair hatırlatmada bulunmayı, kendisi namaz kılmıyor. Kılamıyor. Çünkü, “eski”yen tarafını bırakıp yüzü uhrâya dönük “yeni”ler halini alamayanlar, “yüksek fikir” imâli peşinde, namaz ihmâli hastalığına dûçâr oluyor. “Üç aylar”ın başında beni nicedir yakıp yandıran bu ızdırabı dile getireyim istedim. Bu ızdırab beni nicedir yandırıyor; zira, görebildiğim kadarıyla şu ülkede beş vakit namazda “kàim” olanların oranı yüzde 30’u dahi bulamadığı gibi; namazda kàim olduğu sanılan birçok insan, “dinci” olduğu halde, “ehl-i din” olamadan hayatını yaşıyor.

Şu mübârek günlerde bu vâkıayı bilmenin acısıyla Dergâh-ı İlâhî’den niyâz edelim ki, Rabbim îmânın kalbinde yerleştiği ve bu yer etmenin beş vakit namazla tezahür ettiği insanların; son tahlilde, o körpecik vücudunu cehennem ateşinden kurtarıp cennete lâyık hale getiren insanların sayısı artsın.

  31.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut