Arşiv

 Fakirleşen Türkiye

BİR AY kadar önce, bir gazetede garip bir haber okumuştum. Ankara'daki, `Protokol Yolu' diye adlandırılan, yabancı ülkelerden gelen devlet adamlarının ve ayrıca bizim devletlûlarımızın Esenboğa Havaalanından alınıp eskortlar eşliğinde Çankaya ve Kızılay'a getirildiği yolun kenarındaki gecekonduların yıkılıyor olduğunu bildiren bir haberdi bu. Buralardaki gecekondular yıkılacak, bu yerler yeni baştan `çağdaş şehircilik anlayışına göre düzenlenecek, böylece gelene gidene Türkiye'nin aslında `sorunsuz' ve özellikle de `fakirsiz' bir ülke olduğu gösterilmiş olacaktı. Türkiye'ye resmî bir ziyaret için birkaç günlüğüne gelen, o birkaç günün de çoğu saatini resmî temaslar ve bu temaslar çerçevesinde değerlendirilen lüks yemek fasılları ile geçiren yabancı ülke devlet adamlarının Türkiye'nin öteki yüzünü görmelerini mümkün kılan `gecekondular'ı geçtikleri yerden kaldırarak bir makyaj tazelemek elbette imkân dahilinde. Böylece, onlara gerçek olmayan bir Türkiye çehresi sunmak da. Ancak, daha garibi ve daha vahimi, şu ülkede yaşıyor olan `mutlu azınlık' mensuplarının, kendi kurdukları `protokol yolları' ve `protokol semtleri'nde yaşarken, Türkiye'yi gerçekten mutlu ve zengin bir ülke gibi görmeleri ve göstermeleri. Meselâ İstanbul'da öylesi mekânlar var ki, belki Amerika'nın en lüks yerlerindeki evlerin daha ucuz kaldığı bu mekânlarda yaşayan, alışverişini Akmerkez, vs. den yapan, fakir bir ailenin bir aylık mutfak masrafına karşılık gelen bir bedelin bir yemek için ödendiği lokantaları seçen kişiler, zaman içinde Türkiye'nin gerçek resminin tam da kendi içlerinde oldukları resim olduğu vehmine kapılabiliyorlar. Oysa, son yıllarda, Türkiye artık gözlerin de görebilir duruma geldiği bir fakirleşme sürecini yaşıyor. Daha az önce çocuğumu okula bırakırken, at gözlüğü takıp ortalığı güllük gülistanlık görmeme yol açmayacak bir semtte oturan biri olarak, bir dizi fakirlik manzarası karşıladı beni. Ayaklarını sürümekten aciz olduğu halde bir yerlere yürüyerek gitme durumundaki ihtiyardan, görmeyen gözleri ile kendine yol bulmaya çalışan bir âmâya, bir bodrum katının yarım penceresinden `yukarıya, ' yani yolda yürüyenlere bakan teyzeden topal ayağıyla tezgâhını sürüyerek simit satmaya çalışan kişiye. . bir dizi fakirlik manzarası karşıladı beni. Vâkıa, bunlar, Türkiye için yeni şeyler değil. Böylesi manzaralar, onuncu yılına `açık alınla' çıktığı hâlâ daha çocuklara öğretilen şu ülkede hep vardı. Ancak, gördüğüm o ki, birkaç yıldan beri bu manzaraya dahil olan kişi sayısı bir hayli kabarmış bulunuyor. Meydanları kimi zaman geçilmez hale getiren işportacı ve seyyar satıcı sayısındaki yükselişten işçi kahvelerindeki iş arayan `boşta kalmış' insan kalabalığına. . bir dizi gözle görülebilir göstergesi var bunun. Ayrıca, Bayramda gittiğim memleketimde üç kısa gün içinde görebildiğim; özellikle de doğduğum şehrin dar sokaklar ve küçük evlerden müteşekkil fakir bir semtinin `narin' camisinde kıldığım Cuma namazını kılan insanların kıyafetlerinden ve yüzlerinden okuduğum o ki, bu kez işi daha vahimleştiren bir boyut daha sözkonusu: Ülkenin tarımı çöktüğü için, Anadolu da çökmüş. Görüşebildiğim bazı kişiler, tarlaları işlememenin daha kârlı olduğunu, zira hiç olmazsa zarar edilmediğini söylüyordu. Oysa, tarıma dayalı bir ekonomiye sahip bütün küçük Anadolu şehirlerinde, tarlaların işlenmemesi veya yeterince işlenmemesi veyahut işlense de yeterince gelir edinilememesi demek, tarlaların işlenmesi ile evini idare eden muazzam sayıda insanın tarım işçisinin işsiz kalması demek, asıl müşterisi ziraatçılar ve tarım işçisi olan Anadolu esnafının da dara düşmesi demek. Öte yandan, fakirleşen Anadolu, büyükşehirlerdeki durumu sıkışık akrabaya kışlık gıda, peynir, zeytin vs. suretinde gelen ve büyükşehrin pahalılığını dar bütçeli Anadolu kökenliler için bir derece tahammül edilebilir hale getiren bir kanalın tıkanması demek. Fakirleşen büyükşehir ise, kazandığı paranın arttırabildiği bir miktarını köyüne, annesine, babasına, gerektiğinde ağabeyine gönderen kişilerin bunu yapamaz hale gelmesi demek. Bu iki kanalda yaşanan tıkanmaya, bir de o iflah olmaz kafalarca bir numaralı düşman seçilen İslâmî hassasiyetin zayıflatılmasıyla gelen infak iştiyakından kopma ve bencillik de eklenince, yaşanan tablo daha da sertleşme istidadı sergiliyor. Kısacası, ortada bir fakirleşme vâkıası var. Bu vâkıayı epeydir görüyordum. Ancak doğup büyüdüğüm şehrin en son seyahatim esnasında bana arzettiği manzaralar itibarıyla, bu vâkıayı tam bir berraklıkla kavrama imkânına ulaşmış bulunuyorum. Bu hadise, bu sütunlarda imanî asıllardan kopuk, sırf dünyevî düzlemde kalmış sosyal-siyasî analizlere asla girişmemiş biri olarak beni ziyadesiyle ilgilendiriyor ve ziyadesiyle düşündürüyor. Zira, insanların cepleri ve mideleri boşaldıkça akıl ve kalblerini de bir derece boşaltıp maneviyatı daha bir boşladıklarını, daha önce tevessül etmedikleri helâl olmayan kazanç yollarına daha kolaylıkla tevessül eder hale geldiklerini biliyorum. Açıkçası, `bezdiren fakirlik'in manevî risklerine açık hale gelmiş milyonlarca insan yaşıyor aramızda. Bu fakirleşen Türkiye manzarasının getirdiği ve getireceği manevî tehlikelere karşı ehl-i imanın ciddi bir uyanıklık sergilemesi icab ettiğine; hem imanın emrettiği infak hassasiyetini yakın dairesindeki muhtaçlardan başlayarak imkânı nisbetinde icra etmenin, hem de maddî sıkıntının getirdiği manevî risklere derman olacak bir usûl ve üslûp bulmanın lüzumuna yürekten inanıyorum. Öte yandan, ``Musibet-i âmme ekseriyetin hatasına terettüb eder" sırrınca, Türkiye'nin son yıllarda yaşadığı bu ekonomik daralmanıın bir umumî hataya baktığına da kâniyim. 1999'daki seçim sonuçları, bu hatanın en bariz göstergelerinden biriydi. İnsanlar, kendilerini güvende, ceplerini de dolu hissettikleri sürece dindarlara yapılanların onları ancak ikinci derecede ilgilendireceğini gösterdiler seçimdeki tercihleriyle. İhtimal ki, devam eden 28 Şubat süreci boyunca ekonomi tıkırında gitmiş olsaydı, dindarlara yapılanlara kimsenin pek aldırdığı görülmeyecekti. ``Yapılanlar insanı üzüyor ama, n'apalım, bu adamlar sayesinde cebimiz biraz para gördü" türünden haksızlığa karşı suskun mazeret beyanları dolduracaktı ortalığı. Bu bakımdan, yaşanan iktisadî daralmayı ve gözönündeki fakirleşmeyi, dine ve dindara karşı haksızlığa umumun seyirci kalmasının, hatta taraftar olmasının bir bedeli olarak da görüyor; bir umumî istiğfarla birlikte, yaşadığımız maddî-manevî her iki daralmadan da bir çıkış nasip etmesini dergâh-ı ilâhîden niyaz edelim istiyorum.

  31.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut