ÜRPERTİCİ, TEDİRGİN edici, endişe verici bir dünyalaşmaya gidiyoruz. Dünyadan ölüm uzaklaşıyor, ahiret uzaklaşıyor, hesap uzaklaşıyor, ceza ve mükâfat uzaklaşıyor. Sabır solunmuyor, acı içilmek istenmiyor, keder katlanması zor bir yüke dönüşüyor, elem uzak dursun deniyor. Hazır zevk, hazır lezzet, hazır ayartı, hazır uyutma yeter deniyor!
Şişeleri ve elmasları bilenler bile buğulu görüyor elmasları. Parlatılmış camlarla devamlı muhatabiyet bir zaman sonra yanılsamalara dönüşüyor, hakikat sanallaşıyor, kalp sallanıyor, akıl hoyratça geziniyor orada burada. Tut tutabilirsen nefsi, dizginle dizginleyebilirsen, otur oturduğun yerde de bakalım, dinler mi seni?
Dünya dünya olalı bu kadar dünyalaşmış mıydı acaba; nefis bu kadar ayartılmış, sefil hisler bu kadar uyarılmış, zevkler bu kadar zevke ayarlanmıştı? İnsaniyet yere çakılmış, insanlık sürünür olmuş, insanlar kendini dünyaya kurban eder olmuş muydu? Dünya konuşsana; zaman bir şeyler söyle; mekân senin dilin yok mu?
Yoksa her dem konuşuyorsunuz da biz mi duymuyor, biz mi görmüyor, biz mi hissetmiyoruz? Heyhat aklımıza ne olmuş, kalbimiz kayıp, ruhumuz sürgün, vicdanımız küskün mü?
Dip diri ölüm bize niye hayat vermiyor? Hayat ölümü niye okumuyor da ölümsüzlüğe ulaşmıyor, evvel ölümü idrak etmiyor da ahir dirilişe erişmiyor?
Akıl meşgul çalıyor, kalp meşgul çalıyor, ruh uçarı, hisler esir; kim düşünecek, kim tefekkür edecek, kim idrak edecek de tezekküre yükselecek, marifete, muhabbete yücelecek ve sema katlarında hakikatle tayaran edecek?
En son ne zaman kar tanelerine binip de hakikat semalarında kanat çırptık? Yağmur damlalarında deryaları gördük de hikmet ummanında kulaç attık?
Ümmetin ağlayışlarına ağladık, sevinçleriyle sevinç duyduk mu? Yoksa dualarımızın merkezinde hep “ben” mi var? Şuyum olsun, buyum olsun derken; “Ya Rabbi, ümmeti mahcup ve muhtaç etme diyebildik mi tehedcüdün dua deminde? Bir damla damladı mı yere; ümmet tefrika ile kırılmasına diye?
Mü'min yerli değildir, yere ait değildir, bu yerin yabancısıdır? Bir yabancı gibi, yeni gelmiş gibi bakabilsek; yere göğe, çiçeğe, yıldıza, buluta, kara, yağmura, hayata, ölüme, insanlara, ümmete; ülfeti yırtsak, dünya yorganını atsak; ölümü sever, hayata güler, ahireti özler, tefekkürün coşkusu, tezekkürün şevkiyle dünyayı ayaklar altında çiğner, yıldızlara seyahate çıkar, kâinat kıtalarında tenezzühle koşmaz mıyız?
Öyleyse niye duruyoruz?
NOT: Ahmet Altuntaş ağabeyin kalp krizi ile ani vefatı, bizim buralı olmadığımızı bir daha hatırlattı. Mekân asli ve mekân- ı ali bizi bekliyor; biz buraya buna çalışmak için gelmişiz. Kalbimiz bunun için çarpıyor, aklımız buna çalışıyorsa ruhumuzun vuslatı yakındır. Mekânın ali, makamın nur olsun Ahmet ağabey. Nurun şakirtleri seni muştularla karşılasın inşaallah. Selametle…
© 2021 karakalem.net, Hüseyin Eren