Nefisler ve vicdanlar muharebesi

Abdullah Taha Orhan

Kazananı belli olan bu mücadele, insanın terakkisi için sürekli devam edecek. Kazanan hep vicdan olacak, fakat bizim de vicdanla beraber kazanmamız için vicdana uymamız, nefsi susturmamız gerekiyor.


İNSANDA KABACA iki ana merkez olduğunu düşünürüm hep: biri iyiliğin kaynağı olan vicdan, diğeri ise kötülüğün yeniden üretim merkezi olan nefis.

Vicdanı ve nefsi de kısaca şöyle tarif ediyorum kendimce: vicdan, içten gelen ‘iyi’yle, dışarıdaki zaten ‘iyi’ olanın buluşması noktası; nefis ise, içten gelen ‘kötü’nün, dışarıdaki ‘iyi’yi ve nûru kendi karanlığında absorbe etmeye çalıştığı merkez...

Tâ Hz. Adem’den kıyamete dek sürecek bir mücadele vardır bu ikisi arasında. Vicdan iyi, doğru ve güzelin savunuculuğunu yapacak, nefis ise bunları sanki zıtlarıymış gibi göstermeye çalışacak hep.

Şahsi hayatlarımızda ve sosyal hayatta yaşadığımız tüm gerilimleri böyle okurum kendi dünyamda. Bir kavga çıkmışsa örneğin trafikte, sokakta, işyerinde veya evde; taraflardan en az birinin nefsi sahne alıyor demektir.

Her türlü anlaşmazlığın altında en az bir tarafın nefsinin kabarması yatar ve çözüme ulaşılması içinse iki tarafın da yeniden vicdan ülkesine avdet etmeleri kaçınılmazdır. Aksi halde tartışma uzayıp gidecek, hasar derinleşecektir.

“Bir an olsun nefsimle baş başa bırakma!”

Bu muvacehede, Efendimiz aleyhissalatuvesselam’ın şu duasını çok manidar bulurum: “Allahümme la tekilni ilâ nefsî tarfete aynin”. Nefsi Müslüman olmuş, ismet sahibi Rasûl-i Ekrem efendimiz dahi nefsiyle baş başa kalmaktan Allah’a sığınmaktadır, bir an olsun beni nefsimle baş başa bırakma diye yalvarmaktadır rabbine.

Çünkü nefisle baş başa kalmak demek, vicdandan, insanda hakkın temsilcisi ve sözcüsü olan vicdandan uzaklaşmak demektir. Bu aynı zamanda, her şeyi en güzel ve en mükemmel şekilde yaratan Rab’den de uzaklaşmaktır diğer taraftan.

Bu yüzden Efendimiz rabbine sığınır nefsinden. Zaten Alemler Rabbi’nin de O’na ve tüm müminlere emridir bu aslında.

Örneğin, Mü’minûn Sûresi’nde şöyle buyurur rabb-i rahimimiz: “De ki: Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. Ey Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.” (Mü’minûn, 23/97, 98)

Ne nefsimizle, ne de diğer nefislerle baş başa kalmamalı

Ayette bahsi geçen şeytanların vesveseleri, insana nefis kanalıyla ulaşabilmektedir. Nefis olmasa, tek başına şeytanların vesvesesinin insan üzerinde hiçbir tesiri olamazdı zaten. Bu yüzden ayette şeytanların vesveselerinden sığınma manasında, aslında nefislerden ve nefislerimizin onlara kulak vermelerinden de sığınma manası saklıdır.

Şeytanların vesveselerinin yanı sıra insanın yanında bulunmalarından Allah’a sığınmayı ise insanın etrafındaki cinnî ve insî şeytanlardan sığınma olarak anlıyorum ben.

Özetle şöyle denebilir aslında: Efendimizin duasından ve yukarıda zikrettiğimiz ayetlerden hareketle; insanın, vicdanının nefsine yenik düşmesinden, yani nefsiyle baş başa kalmasından da, diğer insanların nefisleriyle baş başa kalmaktan da Allah’a bolca sığınması gerekiyor.

Kendi dünyasında vicdanı nefsine mağlup olduğunda insanın, günahlar, haramlar baş gösteriyor. Toplumsal hayatta ise, zulümler ve haksızlıklar...

Bütün problem kendi nefsimizle ya da diğer insanların nefisleriyle baş başa kalmamızdan kaynaklanıyor aslında. Çözümse, vicdanları devreye sokmak ve nefislerden Allah’a sığınmaktan geçiyor.

  11.11.2013

© 2021 karakalem.net, Abdullah Taha Orhan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut